Herhangi bir alışveriş pazarlığında, herhangi bir sözleşmeden dönmek elbette ahlaksızlık ayılır. Fakat siyaset işlerinde Devlet ve Millet işlerinde hiç birimiz bir tarafa söz vermek salâhiyetinde olmadığımız gibi verdiğimiz veya vereceğimiz sözleri yerine getirmeğe muktedir değiliz.
Okuyucularımızın bu sayıda okuyacakları(Doğru Söz) başlıklı manzumla ve bu sayıda okuyacakları (14 Mayıs’ı beklerken) başlıklı manzumen bir birine zıd oluşu elbette bizi haksız gösterebilir. Fakat anlamak lâzım ki Doğru Söz manzumunu yazdığımız zaman muhalifler, hükümeti icraattan alıkoyacak kadar propagandalara sapıyor, her kararı her icraatı tenkit ediyorlardı. Türk milletinin, devletinin mukadderatını eline almış olan bir hükûmet mevzu bahis idi.
Bir H. Partili olarakta uzağı gören bir vatandaş olarakta müdafaa etmek elbette borcumuzdur.
İşte o manzum bunun için yazılmıştır. Seçim arenalarda ise Doğu Postası’nda çıkan yazılarımda da açıkladığım gibi bütün halk pek haklı olarak bir değişiklik istemektedir. Bu istek sel halinde coşuyor, kabarıyor, ilerliyordu. Bunun önüne geçmek kimsenin haddi değildi. İşte(14 Mayıs’ı Beklerken) şi’irride bunu ifadeye çalışılmıştır netice olarak “Milli İrade” bu gün ki şekilde tecelli ettiyse şüphesiz ki iyi olmuştur. Temenni edelim ki İktidar Partisi selefinden teslim aldığı eserlerin noksanlarını tamamlasın, tamamlarını muhafaza etsin ve bir çok hayırlı eserler daha meydana getirsin.
Gelecek seçimde büyük müvekkilin karşısına açık alınla, akyüzle çıksın.
Hüseyin KÖYCÜ
Geçen sayımızın bir köşesinde birkaç satırla Müfettişlere hitap etmiştim. Bu satırları okuyan bazı arkadaşlar bunu hoş görmemişler.
Bazı kimseler hatta bazı büyüklerimiz bundaki maksadımın ne olduğunu bizden konuşmalarımız sırasında sordular. Bu mes’ele 20 seneden beri kafamda o kadar dönmüş dolaşmışki herkesin bunu düşündüğünü, benim görüşümde olduğunu zannediyordum. O birkaç satırla maksadı çok sarih olarak anlattığıma kani oluyorum.
931 senesinde çıkardığım ve her Mebusa bir nüsha gönderdiğim, hatta Ankara Mebusu diye Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinede bu meyanda sunduğum yüzelliye yakın maddeli risalenin bir köşesinde teftiş usullerimizin bozuk olduğunu arz ve izaha çalışmıştım. 947 yılı C. H. P. Kurultayında yine bu görüşümün üzerinde durdum. Kürsüden söyledim, dilek komisyonunda, program komisyonunda tezimi ileri sürerek müdafaa ettim. Çankayada Genel Başkan Sayın İnönünün ziyaretinde ve karşısında kendisine hitaben 90 kişilik bir toplantı müvacehesinde memleketin mühimsediği dertlerini arz ederek en fazla iki nokta üzerinde durdum. Bunlardan birisi köy öğretmenlerinin yetişmesi ciheti idi ki gelecek sayılarda açıklayacağım. Diğeri şimdi hararetle, son derece merakla üzerinde durmağa çalıştığım müfettiş usulleri idi. Bütün şubelerde teftiş usullerinin düzeltilmesi için çok ciddi tedbirler alınması lüzumundan bahsettim. Acizlerine teşekkür etti ve bu fikirlerimi kürsüden söylememi emretti. Günü ve sırası gelince tekrar kürsüden söyledim, müdafaa ettimse de Partinin başta gelen bilgin hatiplerinden program komisyonu sözcüsü Ali Rıza Türel’i programdan buna dair bir madde olduğu tarzındaki müdafaasile ekseriyet kararı alarak teklifimiz reddedildi. Halbuki gösterilen madde, maksadı temine kâfi değildi. Ve zaten parti programına alınsa dahi tatbik edilmeyecekti. Zira o programdaki maddelerin bir çoğu tatbik edilmiş değildir. Kanaatıma göre kanun çıkarıp da dolaba koymaktansa çıkan kanunların bihakkın tatbiki için teftiş elamanlarını teftişlerindeki noksanlıktan dolayı serahetin mes’ul ederek bir kanun çıkarılmalıdır.
30 seneden beri idarî, siyasi sahalarda meşgulüm. Ayni zamanda maişetimi ticaretle temin etmek zorunda olduğum için bir çok vilâyetleri, kazaları, köyleri daima dolaşırım.
Karşılaştığım vakalardan edindiğim kanata göre bizde teftiş çok zayıftır. Müfettişler lâyusseldir. Arzu ederse önemsiz bir iş için memur hakkında takibata yol açar. Arzu ederse çok ehemmiyetli bir işe göz yumar. Yeni iktidar partisi, onun meclisi hükümeti bu mühim hastalığa teşhis eder ve tedavisine hakiki çareleri bulursa çok uygun bir adım daha atmış oluruz.
Vatan ve Milletini seven yurttaşlarımızın gönülleri bununla iktifa etmiyor. Haksız mıdırlar? Evet bu arzuya veya bu görüşe kısa düşünceli, dar görüşlü, her meseleyi yalnız kendi zaviyesinde inceleyen ve kendisinin menfaatine uyduran hakkı kabul sırasında kalbini şeytan igvasından kurtaramayan zavallılar haksızlık damgasını basmakta hiç tereddüt etmezler. Belki emsalleri tarafından alkışlanırlar. Evet eğer ben veya sen yahut diğeri, Amerika’nın bir şehrinde, İsviçre’nin bir köyünde, bizim İstanbul veya Ankara’mızdan bir Vatman, Şoför, Biletçi, Kaptan, veya herhangi bir mahdut vazifeli memur olduğumuz ve vazife başında bulunduğumuz sıra ancak vazifemizi yapmağa çalışmalıyız. Fakat dikkat edelim, Yurdumuzun köyü, nahiyesi, kasabası değil bir çok Vilâyet merkezinde neler noksandır, nelere muhtacız. Bunları hangi vazifelilerden isteyebiliriz. Yalnız dedikodu deryasının dibine düşen ve nemelâzım gaygasında boğulan zamanlar, fırsatlar elden çıkmaktadır. Bir şehirde fabrika, hastane, bir kasabada elektrik, eczahane, sahneler, bir köyde pınar, kütüphane, bir mahallede yaya kaldırımı vesaire olmadığı zaman senelerce cımbızla arasan asıl vazifeliyi bulamazsın, buldum dersin boynuna koyamazsın.
Bu gibi noksanları ilmen, malen, bedenen kuvvetli hamiyattarlar ve genç mefkureciler bir araya gelmekle günlerce, aylarca olmazsa senelerce çırpınıp çaresini bulmalıdırlar. Bize ancak vazifesini yarım yaparak yerine getiren, kendi kendine büyükleşen mevki sahibi memurlardan ziyade Mahmut Makallar lâzım. Canlı şatafatlardan güzel edebiyattan ziyade “Bizim Köy” kitabı lâzım. Bu yazar, bu kitap bize diyor ki: Sadece vazife yapmak kâfi değil. Vatanla, Milletle ilgilenelim, inceleyelim, düşüncelim, fazla çalışalım, ondan sonra övünelim. “Bizim Köy” kitabına başında Yaşar Nabi aydınlarımızın vurdum duymazlığından çok haklı olarak infial duymaktadır. Kendisiyle müşerref olmak fırsatına nail olamadığım yazar Nabi’nin bu husustaki satırları bir makale değil, bir kitaptan da büyük olduğuna kaniim. Gönül ister ki bütün aydınlarımız asıl vazifelerini harfiyen yaptıktan sonra aziz vatanımıza, sevgili Milletimize fevkâlade hizmetlerden çekinmesinler ki örnek olsunlar.
Birkaç türlü borç vardır. Bu borçların içinde hak borcu ve vicdan borcuda var. Hakiki bir şahsın veya manevi bir şahsın diğer bir şahsa veya manevi şahsa olan faraza 1000 lira borcu alacaklının hakkıdır. Bu borcu hak sahibine vermeyen borçluya haksız derler. Bu kelime çok yerinde söylenir, çünkü bir hakkı vermemiştir.
Bu hakkı yerine getirmek borçluya borcunu ödettirmek hükûmetin ve onun adliyesinin vazifesidir, borcudur ayni zamanda yetkisidir.
İkinci fakat birincisinden daha önemli bir borç da vicdan borcudur. Hak borcunu vermeyene haksız diyoruz. Ya vicdan borcunu vermeyene ne dememiz lazım? Şüphesiz ki vicdansız demek gerekecektir.
Pekâlâ Mahkeme hak borcunun vermeyene “haksızsın” demekle kalmıyor, hakkını alıp hak sahibine teslim ediyor. O halde vicdan borsunu vermeyene sadece “vicdansız” demek kâfi değildir. Vicdan borcunu verdirmek de efkârı umumiyeye düşer.
Bu hüküm nasıl verilir? Nasıl infaz edilir? Cihetine gelince: Vicdansızca hârekâtı efkârı umumiye tenkit eder. Buna avam arasında kınamak derler. Cahil zannedilen köylerde bu kınamanın ahlâk üzerinde çok iyi tesirleri görülmüştür. Fakat buda kâfi değildir. Bir kimsenin vicdansızlığı umumi efkârın kanaati geldiği takdirde bunu boykot etmek lâzımdır. Bir ülkede, bir diyarda, bir mahallede boykot cari olursa vicdan borçları yüzde yüz olmasa bile yüzde seksen ödenmiş olur. Boykotun ciddisi şöyle dursun şakası bile insanlar üzerinde değişiklikler meydana getirir.
Bundan takriben 25 sene evvel çok samimi olmakla beraber çok munis hatta itaatkâr arkadaşlarımın şakadan boykotu, beni emir verme ve hükmetme hastalığından bir anda kurtarmıştı. Zaman gelince bu enteresan hikâyeyi Şenkaya sütunlarında nakledeceğim ve o meyanda vicdan borcuna ait misalleri vakalarıyla beraber izaha çalışacağım.
Şenkaya gazetesinin şimdiye kadar çıkan dört nüshasını büyük bir zevkle okudum. Allahuekber dağlarının eteklerinde kurulan ve yurdumuzun tabiî güzellik bakımından nadide köselerinden biri olan Şenkaya ilçesinin, çalışkan ve münevver halkından bir gazete çıkarmak elbetteki beklenirdi.
Bu gazeteyi okuduğumuz zaman şarkın unutulmuş ve fakat feyizlenmek için lüzumlu kudreti kendi damarlarında ki cevherden almış olanların gayretine şahit oluyoruz. Yine Şenkaya sütunlarında bu bölgenin şimdiye kadar gizli kalmış kahramanlık menkıbelerine, efsanevî hikâyelerine yer verilmekle Allahuekber dağlarında can veren şehitlerimizin aziz ruhları şad edilmiş oluyor.
Halkın seviyesi göz önüne alınarak çıkarılan bu aylık gazeteyi köylülerimizin de büyük bir hevesle okuyacağı muhakkaktır. Köy muhtarına ait en lüzumlu bilgileri bulup yazmakta ve köye ait sağlık konularına önem vermektedir.
Şarkın kültürel geriliğinden bahsedenlere Şenkaya bir örnek olarak gösterilebilir. Çok eski yıllarda(Şenkaya henüz bir köy iken) devletten asla yardım görmeden halkın elbirliği ile yapılan okul numune denilebilecek bir hale getirilmiş. Şenkaya aydınlarının verimli çalışmaları sayesinde burası yalnız çocukların okuduğu bir yer değil, halkında uğradığı, kitaplıklardan faydalandığı, sık sık müsamereler verdiği spor çalışmaları için toplantılar yaptığı şen bir yuva haline getirilmiştir. Daha sonraki yıllarda devletçe köylerde okul yapımına hız verildiği ve her Türk köyünün mutlaka okula kavuşturulması davası ele alındığı zaman Şenkayalılar bu vazifelerini çoktan yapmışlardı. Bugün bu okulu bitirerek öğretmen okullarına ,köy Enstitülerine gitmiş ve öğretmen olmuş yüze yakın Şenkayalı genç vardır. Aralarında yüksek tahsilini yapanlar, ticaret hayatında muvaffak olanlarda pek çoktur.
Hiçbir Şenkayalı genç tasavvur edemezsiniz ki, askere giderek çavuş veya onbaşı olmamış olsun. Mutlaka köyündeki okulu bitirmiş ve boş zamanlarda köy kitaplığına, okul kütüphanesine devam ederek kendini yetiştirmiştir. Şenkaya okuma yazma dâvasının yüzde yüz gerçekleştiği bir yer olmuştur. Bu aydın köy elbette kasaba olmaya layıktır. Ve birçok imkânsızlıklara rağmen bir gazete çıkarmak başarılardan beklenebilirdi.
Yalnız şahsen üzüldüğümüz bir nokta varsa oda: Şenkayalı gençlerin(bilhassa öğretmenlerin) Şenkaya sütunlarında pek nadir olarak yazılarına rastlamak olmuştur. Bu çerçevenin millî kahramanlıklarını yaymak, tarihi eserlerini ortaya çıkarmak, tabiî güzelliklerini herkese duyurmak Şenkayalı her yetişkin için bir vazife olsa gerek.
Gazi Eğitim Enstitüsü son sınıf öğrencilerinden
Sebahattin Avcıoğlu
Birkaç hayal sahibi kendi köylerinin kaza merkezi olmasını istermiş. Bu gayet tabii bir arzudur. Fakat herkesin atının yorulduğu yerde han yapılabilir mi? Sonra birkaç menfaat perestte bu zavallılardan istifade etmeğe çalışmış. Bunları teşvik etmiş. Teşvik kendilerini bir sürü masraflara sokmuş. Bu da bir şey değil. Olabilir. Bu da bir menfaat yoludur.
Fakat bazı raporlar yapılmış ve bunlara yaslanılarak bazı kararlar verilmiş. Bu kararlarda deniliyor ki: Soğanlı ve Allahuekber dağları Şenkaya ile Bardız arasındadır. Körler de, sağırlar da bilir ki, Soğanlı dağı, o belâlı dağ, o katil dağ, Bardız ile Sarıkamış’ın arasındadır. Ve yine herkes bilir ki, Allahuekber dağı Şenkaya’nın doğusunda, Bardız ise Cenubundadır.
Bardız'la Şenkaya’nın arasında her mevsimde geçilmeyecek bir dağ yoktur. Ve yine o kararda denilmiş ki, Kotik köyü Şenkaya’ya sekiz saat mesafededir. Dikkat edelim, herkes bilir; hakikat şudur ki: Şenkaya’dan Temir kışlaya bir saat, Temirkışla'dan, Pertusa bir saat, bir çeyrek, Pertustan Kotik köyüne kırk beş dakika, ki zaman üç saat mesafededir.
Ve yine bir yerde denilmiş ki, Allahuekber civarında barınacak yer olmadığı için Şenkaya kasabasına fazla nüfus toplanmıştır.
Sayın okuyucular, Kazanın en çok nüfuslu köyleri Allahuekber’in şimalinde ve Şenkaya’nın yakınlarında değil midir? Bunlar sıra ile Kalkos, Ekrek,- Eğitkom, Ersinek, İğnaki, Nazırvans, Zadgerek, Digaskor, Issızdere, Vağaver köyleri değil midir?
Kosor kendi nahiyesinin ortasında olduğuna göre diğer nahiyelerden kenar düşmez mi? Şenkaya bu üç nahiyenin ve merkez nahiyesinin ortasında değil midir? Mufassal haritalara bakınız veya Şenkaya gelerek bir dam üzerine çıkınız; merkez nahiye ve o üç nahiye Şenkaya’nın üç köşesine düşmez mi?
Bu sayımda içeride bulunan 1800, vazifede, askerde, okullarda olan yüzlerce nüfus ki cem’an iki bini mütecaviz nüfusun Şenkaya’da toplanışı Şenkaya için bir mâna ifade etmez mi?
Pazar, panayır, ticaret, san’at, okullar, sporlar ve sair içtimaî, iktisadi varlıklar medeniyet ifade etmez mi? Burada otuz beş sene evvel yükseliş yoluna gidildiğini gösteren vesikalar Şenkaya sütunlarında görülmüyor mu? Bunları yalanlayan cevaplar olursa gazetemiz sütunlarında yazarız.
Bu hakikatlere rağmen garazkârarne teşebbüslere şaşarız.
İsteklerimiz çoktur. Fakat acele istemeğe belki hakkımız yoktur. Bu isteklerin içerisinde OKUL DIŞI OKUMASI vardır ki bunu Hükûmetten istemek ilk nazarda biraz yersiz sayılabilir. Fakat asrın tekâmülü, beşeriyetin gün geçtikçe yükselişi, buna karşı asırlarca geri kalmış olan bütün halkımızın bahusus köylümüzün inkâr edilmez hali bütün çıplaklığı ile meydandadır.
Mademki medeniyet yarışında kestirme yollardan giderek üst tabakaya kavuşmak zorundayız. Mademki bu yarışa demokratik izleri gözeterek girişmek zorundayız. O halde bütün milletimizin kadın ve erkeğinin bilgi sahibi olmasına çareler aramalıyız. Evet bu çareyi bihakkın bulmak kolay sayılan işlerden değildir, denilebilir; Fakat bunun çaresini bulduğumuz gün elde edilen kazancın kıymetinin küçük olmadığını da hiç kimse inkâr edemez.
Bu hususta görüşümüz budur ki Devletin halk okumasına önem vererek Halkevlerinde, Türk ocaklarında, köylerin okuma odalarında yepyeni bir tarzda öğreniş saatları peyda etmesi ve her sınıf halkın bu öğreniş saatlarına devamının velev mecburi olsa bile bunu temin etmesidir. Kanaatime göre yüksek tahsilini bitirip kendi Zugmunca dağının zirvesine çıkan fakat mektepten çıktıktan sonra tetebbuatla meşgul olmayan bir kardeş bilgi dağının zirvesinden avdet ederek günbegün aşağıya doğru inecektir.
Buna mukabil hiçbir okuldan mezun olmadığı halde sadece okuma yazma öğrendikten sonra okumayı kendisine itiyad ederek bundan zevk alan diğer bir kardeş ise gün geçtikçe daha yukarı yürüyecek bir gün yukarıdan aşağıya doğru sukut etmekte olan kardeşini yolda karşılayacaktır. Bununla da kalmayarak onu yolda bırakarak bilgi dağının zirvesine çıkaracaktır.
İşte bu suretle artan vatandaşların adedi çoğaldıkça şüphesiz ki camiamız yükseliş hedefine topyekûn vasıl olmuş olacaktır.
Zavallı yasaklık: Öteden beri söylerim. Hatta söylemek değil, ağlarım, sızlarım. Bir şey yasak olursa bu yasaklık kat’i olmalıdır. Kat’i olmayan yasaklık camia için fayda yerine şüphesiz ki zarar getirir.
Her zaman görüldüğü gibi ikinci cihan harbinde de görüldü ki: yasaklık yüzünden bir çok namuskâr insanlar zarar ettiler. Sermayelerini gaip atiler. Ve belki perişan ve meyüs oldular.
Bunlar zarar etsin fakat bu zararın karşılığını Millet kazansın, vatan kazansın. O zaman bu hamiyetli insanlar hiç de me’yüs olmazlar ve işi tabii görürler. Halbuki bunların zararlarına karşı muhtekirler, soysuzlar, utanmaz ve arlanmazlar bu fırsattan istifade ederek bulanık suda balık avladılar ve kazandılar. Buna sebep yasaklığın kat’i olmayışı yani icraatın, teftişin, idarenin bozukluğudur.
Yine bazı yasaklıklar var ki: Meselâ evlenmelerde başlık almak, cehiz teşhir etmek uzun boylu düğün masarifi yapmak ve saire kanun gayet güzel fakat o kanunu tatbike memur olanlar o fiilleri işlemekten men’e salâhiyetli olanlar düğündedir, düğünün ziyafetindedir, başlık vermeğe yardımcıdır, cehiz teşhirinde başlıca amildir. Daha doğrusu kanuna muhalif hareket eden bizzat men’e memur olandır. Bu bir yerde mi bir zamanda mı? Hayır her yerde her zaman da böyledir. O halde bu yasaklığı gösteren kanun ne içindir.
Hatta işin kısa taraflarına da gidelim. Meselâ bir sinema salonunda burada sigara içilmez; bir tiyatroda şarkı ısmarlanmaz; bir kahvede yerlere tükürülmez, bir caddede at koşturulmaz diye allı, pullu, yeşilli cazip levhalar varken o yasaklıklara yine riayet edilmez. O halde bu yasaklığın mânası nedir?
Tütün kaçakçılığı sarahatten men edilmiştir. Halbuki men’e memur olanlar tabakalarında küçük tütün taşır ve iftihar makamında arkadaşlarına ve belki de âmirlerine taktim eder.
Ormandan ağaç kesme, tarla açma yasaktır. Orman memurları, âmirleri ormanda kırılan binlerce fidanları görmemezlikten gelir. Tarla açılarak sökülen belki yüz binlerce fidanları zayiatını görmemezlikten gelir. Ormanı beklemez, izine bakmaz, yolda yakalanmaz; suç alabildiğine yürür. Ormancılar ise ormanda beklemenin, yolda takip etmenin külfetine katlanmaktansa ilçe merkezinde, lüks hayatta İller kanunun verdiği selâhiyeti haiz âmirlerin yanı başında ayaklarını uzatarak oturur. Günün bazı dakikalarında çarşıda bir piyasa yaparak kurulan inşaata, eski tahtadan yapılan mobilyaya el kor ve bunların san’atçılarına engel olur, bu suretle bir vazife görmüş sayılır. Halbuki bu son arz ettiğim kısım yani pazar mahallinde inşaata ve san’ata mani olmak ta yine Genel Müdürlüğün bir kararı ile ormancı için yasak edilmiştir. Halk yasak olanı işler, memur mani olmaz. Memur yasak olanı işler, âmir görmez veya göremezse bizlerde gayri ihtiyari olarak zavallı yasaklık deriz ve kendi kendimize sabır tavsiye ederiz.
Esirler sütunumuzda şimdiye kadar elli çeşit esirlerden bahis ettik. Bu defa ki esirlerden uzun boylu bahsetmek isteriz.
İllerden uzak, yollardan kenar, Kazaların beldeleri, belde halkı, belediyeleri, belediyecileri henüz yirmi beş yaşını doldurmayan kaymakamların esiridirler. Okuldan aldığı nazari bilgilerin ilerisine gidemeyen, şahsi zevk ve menfaat düşüncesi hududunu aşmağa lüzum hissetmeyen ve İller İdaresi Kanunu’nun sırf kendisi için yapıldığına kâni olan sayın kaymakamların esiridirler.
Evvelâ belediyeciler esir oldukları için belediyeler de bunlarla beraber esir oluyor. Dolayısiyle beldeler ve belde halkı da ileri adımlardan geri bırakıldıkları için esir sayılırlar.
Mesele, o kadar acıdır ki: Bunu tarife ne kalemimiz ve ne de sütunlarımız kâfi değildir.
Fakat, bir cihetini tahlile çalışacağım. İller kanunu kaymakama verdiği salâhiyeti kaymakam kazadaki ufak bir memur aleyhine hüsnü niyetten uzak olarak kullanmak isterse evvelâ o memura şefaat edecek daire reisi var. Bu kâfi gelmezse vilâyetteki âmirleri var. Bu da kâfi gelmezse bakan var, bakanlık var. Fakat, bir belediye başkanı veya topyekûn bir belediye meclisinin aleyhinde yürüyen kaymakam hiçbir hâmisi olmayan, O halkın güvendiği müesseseyi istediği anda yıkabilir.
O kasabada birkaç mel’un veya müfsid bularak uydurma bir maddeyi ihbara teşvik etimi ve kendisi de tahkikata konuldu mu hiç olmazsa muvakkaten işten el çektirme muamelesi gayet kolaylıkla başarılır.
Halk, özene özene rey vermiştir. Rey verdiği adamlardan iş beklemektedir. İktidar partisi halkı memnun etmek ister.
Hükûmet demokrasiyi korumak için son gayretini sarf etmektedir. Bütün bunların rağmına her hangi bir emelin harisi bir ferd göreceksiniz.
O ferd ki: Hiç bir makam onu çember içine alamaz. Ve onun hüsnü niyet veya su’i niyetini ölçemez. Bu uçurumun derinliğinin ölçülmesini büyüklerimize bırakmışızdır.
Geçen sayımızda eski matbu’attan parçalar sütunumuzda biraz bahis etmiştik. İdare âmirlerine fazla salâhiyet verilmesini isterim. Fakat, bu salâhiyet yıkmak için değil yapmak için olmalıdır. İşte, asıl mesele bunu çembere sokmaktır. Bunu da iktidar partisinden bekleriz.
Ne Reşit Paşa ve Tanzimat’ının açtığı devir ve ne de Namık Kemaller’in müessir haykırışları tahakkümü yenememişti. Ne Enver ve Talâtların harikaları bizleri tam manasiyle uyandıramamıştı.
Şayanı şükrandır ki: bu gayretler yalnız faydalı tohum halinde serpilmişti.
Yarım asra yakın geçen günleri tâ çocukluğumdan hatırlamaktayım. O zamanlar halkın konuşmalarını dinlerdim. Halk, hükümetin kanunlariyle, nizamlariyle, hey’etleriyle bir topluluk teşkil eden manevî şahsiyetini bilmezdi. Ve yine halk, hükûmet, meclis, devlet millet mefhumlarını bir birinden ayırmayı hiç de düşünmezdi. Halk, yani umumî efkâr yüzde doksan dokuz hükûmeti başka çeşit düşünürdü. O zararlı hükûmet memurun kendisi idi. Nahiye müdürü Hasan Bey, Kaymakam Hüseyin Bey, Mutasarrıf Sabri Bey, Vâli Kâmil Bey ilâh şahıslar ayrı ayrı birer hükûmettir.
Hükûmet bey, içki âleminde bir şey düşünür veya gece hanımefendi ile karanlıkta konuşurken bir sıcak ilham aldım; bu tesirle sabahleyin kafadan çıkma emirleri verirdi.
Dalkavukları, yaltakçıları ve bunlarla beraber bir lokma ekmeğe esir olanları ise derhal o emri takviye ederler. Büyük beyin düdüğü düdüktür diye propagandaya geçerlerdi. Halk ise gökten ne yağarda yer kabul etmez diyerek şükrederdi.
Tanzimat’tan al da Meşrutiyet’e ve oradan da Millî mücadeleye gelinceye kadar büyük küçük bir çok safhalar geçti, zamanlar değişti, ahkâm değişti fakat mefhum bir türlü değişmedi.
Bu suretle ülke yine haksızlıklar, geri fikirlilikler, zulümler elinde kavruldu gitti.
Aradan yine zaman geçti: yalnız bizim değil cihanın ve yalnız asrın değil tarihin en büyük adamı Mustafa Kemal dünyaya kuşbakışı bakarcasına meydana atıldı. Uzak görüşile, bilgin düşüncesiyle metin dalgıçlığiyle yeni bir devir açtı. Hanedan sürüldü, tegallüp bastırıldı, taasup kısmen kaldırıldı. Devlet, millet, hükûmet mefhumları yalnız sözle, yazı ile değil hâdisatın da yardım ile bütün vatandaşa anlatıldı. Cumhuriyet kuruldu. Anayasa islâh edildi vesaire..
Aradan yine zaman geçti, Halk Partisinin inhisarcı zihniyeti yüzünden tekrar idare âmirleri, askerler ve mütegalibeler devri başladı. Baş onlar; mütehassıs onlar; rey onların; söz onların; mütalâa alınacak onlardan, nizam kurulacak onların fikirlerinden velhasıl hep onlar, hepsi onlar.
Böyle olunca elbette altından çıkılmaz acılıklar meydana gelecekti ve geldi. Biz bu sızlanışımızla idare âmirlerine salâhiyet verilmesin demek istemiyoruz.
Salâhiyet verilmeli fakat salâhiyeti memleket lehine kullanmaları yine şiddetli kanunlarla temin edilmelidir. Bunu yerinde kullanmayanları büyütmemeli, bilâkis onları lâyık oldukları basamağa indirmek için millete atfen milletvekilleri faaliyete geçmeli ve geçebilmelidir. Ve milletin ağlayışı ve sızlanışına da bir tesir payı bırakılmalıdır.
Bu günkü kanunlar karşısında bir alt, bir üst iki idare âmiri elbirliği yaparsa ve fena yollara saparsa her nevi mesuliyet hiçe iniyor. Durum çok acıdır.
Halk Partisinden kalma bu yıkıcı kanunları bu günkü iktidar islâh edemeyip bu hal böyle devam ederse: en kestirme yol idarecilerin lâ yüs’elliğini ilân etmek ve halkı aldanıştan kurtarmak daha iyi olur.
Bilhassa belediyeler tamamen idarecilere teslim edilmelidir. Yani nahiye müdürü, kaymakam, vali ayni zamanda belediye başkanı olmalıdırlar, dersem kısa düşüncelilik sayılmasın
Bir ülkede yaşayan, bir çok sebepler dolayısile bir biriyle sımsıkı bağlanması icap eden vatandaşların doğulusu da batılısı da şüphesiz ki kardeştirler.
Bu kardeşler arasında davalaşmalar, senin benim demeler olabilir. Fakat orası kayda şayandır ki bazı kardeşler merhameti büsbütün unutarak daima kendisine taraf yontar.
Yurdumuzun bir köşesi, sahille irtibatı kesik, hudut olduğu için takriben her yarım asırda bir kere hercü merce uğrayan, aynı zamanda da hükûmet merkezinden uzak kalan iller ki o insafsız kardeşlerin kahırlarını çeken en küçük kardeştir.
Bir çok nimetlerden mahrum, bir çok felâketlere maruz bu bölgeye yazılı kanun pek haklı olarak mahrumiyet bölgesi demiş; oraya gelen memur ve subaylara bir hak tanımıştır. Üç sene şarkta kalan dördüncü sene refah bölgelerine kavuşur.
Büyük kardeş olanlar batı, güney, her sahil ve orta Anadolu’dur. Küçük kardeş olan ise şüphesiz ki doğuda birkaç vilâyettir.
Büyük kardeşler her fırsatta merkeze baş vurur, yakaladığı her büyüğe derdini dinletir; fabrika, yol, su, elektrik, liman, kanal vesaire koparır.
O zavallı küçük kardeş ise evvelâ merkeze baş vurma fırsatından mahrum olduğu için, ağlayamazlar ve meme alamazlar. İkincisi yoldan kenar olduklarından büyükleri aralarında sık, sık göremezler dert yanamazlar, derman alamazlar.
Dünya bir menfaat dünyası, dünya senin, benim dünyası amma biraz da merhamet dünyası. Harplerde zulmün, kahrın pençesinde kavrulan, sulhta ise kardeşinin elinde mağdur olan bu bölgeye acımak lâzım gelmez mi?
Doğu bölgesinden iş takibi için gelen bizlerle diğer bölgelerden gelenler arasında fark görülür; bizim cesaretimiz kırıktır onlar ise şımarıktır, biz sıraya, töreye riayet etmek isteriz, onlar ise bir hak almak için her fırsattan istifade ederler. Biz cevap alır döneriz, onlar yapışır ısrar ederler.
Bir gün Büyük Millet Meclisinin restoranında idim. Kendisini çok sevdiğim bir bakan birkaç arkadaşiyle bir masada oturuyordu. Yanına gittim mümkünse bilâhare birkaç dakikalık vaktini vermesini rica ettim. Cevaben hay hay Hüseyin Bey dedi. Bakanla görüşme sırası o anda yanındakilerin olduğu için derhal döndüm kendi masama geldim.
O arkadaşlar bakandan bir şey istiyor, meram anlatmağa çalışıyorlardı.
Yarım saat süren bu görüşme bittikten sonra sayın bakan masamı şereflendirdi. Konuşmaya başlamıştım. Diğer birisi hemen yanımıza geldi ve bakanı meşgul etti. Bakan nezaket göstermekle beraber bu töre bilmeyen adamın bu harekâtından memnun olmadığını etvariyle anlatıyordu. Fakat pişkin zat bu ciheti anlamamazlıktan gelerek dert yanmağa devam ediyordu. Son derece sinirlendim amma elden ne gelir.
Bu zat tekrar, tekrar dert anlattıktan sonra masayı terk ettiği zaman sayın bakanın da vakti kalmadığını anladım. Arz edeceğim işin yalnız ana hattını kısaca araz ettikten sonra sayın Bakanın vaktini almamak için kendisine ayrılmak fırsatını bıraktım.
Tebarüz ettirmek istediğim nokta şudur: her şeyden mahrum olan bizler cesaretten ve dayanıklı yüzden de mahrumuz.
Şelâlenin şarıltısını, madenlerin parıltısını, piyade giderken yolda yorulup uyuyanların horultusunu, açların sızıltısını, hastaların iniltisini çok uzun zaman göreceğiz ve dinleyeceğiz.
Hüseyin Köycü
Partiler ilk hedefiniz devrimlerimi korumaktır, toplanın.
Hakiki halaskâlarımız olan ve yalnız bizim değil dünyanın, yalnız asrın değil tarihin en büyük adamı gene diyor ki: (Parti yok, devlet var, Şahıs yok Millet var, hırs yok feragat var).
Asırlara sığmayan devrimleri kısa zamanda başarı ile millete kazandıran bu adam gene diyor ki: (Biz nasıl ki devrimlerimizi kestirme yollardan ve cezri olarak korumalıyız).
İnkılâpların, radikal icraatla yapılmasına hâlâ yersiz görenler Türk ülkesinin, Türk camiasını içinden bilmeyen adamlardır ve evvelce kapılmış olduğumuz cereyanları tam manâsıyla bilmeyen zavallılardır.
Camiamızın ağalanacak ve acınacak bu hallerini yakından incelediğimiz zaman radikalığı öpüp başımıza koymaktan başka çaremiz kalmadığını maalesef görürüz. Hiç şüphe edilmeyen bir hakikattır ki: Milli şef payesini alan ikinci Reisicumhurumuz, selefinden teslim aldığı zaman ilk mutedilik prensibine kurban etti. Daha ilk seneden itibaren devrimlerde gevşeklik başladı.
Bunu belki kendi arzusuyla veya parti görüşüyle değil; kendisini devlet reisliğine getiren Çakmak’ın prensibine uymak suretiyle yaptı. Her ne suretle olursa olsun bu iptidalperverlik yersiz ve zamansız idi.
Demokrat partiye gelince İktidarı alabilmek için çoğunluk kitlesine yanaşmak zorunda idi. Programiyle değilse de eşhasın lisaniyle kenarda, köşede bir çok vaatlarda bulundu. Bu şahıslar da İnönü’nün işlediği hataya benzerini işlemişlerdi.
Yalnız Demokratları mağdur görmek lâzım, çünkü: 27 senelik demirbaş idare edilen demirbaş şahıslardan kurtarmanın başka yolu da yok idi.
Fakat tek parti devrinin milli şefi, ATATÜRK’ÜN 19 senelik inkılâpları ihlal ederek Faziletmaap yapmağa çalışması yarınki neslin asla af edemeyeceği bir nakisedir.
Bu noksanlığın telafisi artık ne İnönü’nün ne de Demokrat Partinin kudreti içinde değil; ancak mevcut bütün siyasi partilerin el birliği yaparak Hükûmete icraat imkânını bırakmakla mümkün olan bir iştir. Bu elzem olan birlik ise ancak 1951 ve 1952 yıllarında mümkündür; yoksa 1953’ten sonra seçim mücadelesi başlayınca hisler galabe çalar tehlikeler artar.
Hüseyin Köycü
Son alınan kararın Demokrasi ve Hukuk bakımından uygun olup olmadığını inceleyenler çok oldu. Biz bu hususta bir şey söyleyecek mevki ve kudrette değiliz.
Yalnız bu işte büyük ölçüde milli faydaların mevcut olduğuna kaniiz.
Diğer taraftan söylemekten kendimi alamadığım bir noktayı tebarüz ettirmek isterim. İktidar asıl halkevleri üzerinde değil, bunların yalnız binaları üzerinde durmuşa benziyor. Dokuz şubesile muazzam kültür kaynağı olan Halkevlerinin teşkilât ve çalışmalarının topyekûn kâle alınmaması merak edilecek önemli bir cihettir. Gerçi Halk Partisi de son zamanlarda asıl hedefe doğru idare edememişti. Onun selâhiyetlileri, teftiş elemanları da ancak muazzam binaları görmüşler ve bu binaların içinde parti zihniyeti hududunu geçememişdiler.
Halk evleri teşkilât ve çalışma talimatnamelerini bi hakkın bilmeyen faâl teşkilâta dahil elemanlar ve müfettişleri yakından bilirim.
Atatürk’ün kurduğu bu evler herkesçe malûmdur ki: Dokuz şubedir. Ve halkodalarında ise bu şubelerin vazifelerini birer idare heyeti görürdü. Bu teşekkülün kıymetini takdir için afaki değil, aktif düşünmeğe lüzum vardır. Şubeler: Temsil, Spor, Köycülük, Halk dershaneleri, Kütüphane ve Yayın Sosyal yardım, Tarih ve Müze, Dil ve Edebiyat Güzel sanatlar şubeleridir.
İlk okuldan yüksek tahsile kadar her derecedeki mektep mezunlarını bilirim ki: Okul imtihanını verinceye kadar saçlarının bir kısmını ağartmak zorunda kalmış; büyük emeklerle elde ettiği bilgilerin kendi mesleğinde sık sık kullanmadığı için bir çoklarını unutmuştur. İşte Halkevleri bunu önlemek ve mektebe girmek nimetinden mahrum kalan vatandaşları biraz olsun bilgiye sahip etmek içindir.
Bu bilgileri elde etmek için hem eğlenme, hem kaynaşma ve hem de öğrenme çarelerini Atatürk bu teşkilâtta pek haklı olarak bulmuştu.
Herkesçe malûm olan bu teşkilâta dair şubeleri kısaca birer defa daha gözden geçirelim: Temsil diyoruz. Basit görmeyelim. Gençlere söyleme, dinleme, düşünme, anlama, ibret alam ve eğlenme kapısıdır.
Yaşlılara ise gene faydalı eğlence yeridir.
Spor diyoruz. Sağlam vücut sağlam dimağı meydana getirir. Gençlik için sadece beden terbiyesi değil, biraz da ahlâk ve birazda kahramanlığa hazırlıktır.
Köycülük diyoruz. Bu nüfusumuzun yüzde seksen beşini uyandırmak, onu himaye etmek, onu bilgiye kavuşturmak, onunla meşgul olmak ne muazzam bir faaliyettir.
Halk dershaneleri diyoruz. Devletin, Milletin lütûfkar ağuşunda Mektep tahsilinin bitirenler bunu ya bilemez veya bilmek istemezler. Çünkü tokun açtan haber olmaz. Okumayı yazmayı bütün vatandaşlara öğretmek elbette elzemdir. Vatandaş âlim olamazsa da; mektubunu okuyan, oyunu kendi eliyle yazan, vecize ve levhaları okuyan, melekine ait belgeleri gözden geçirebilen bir insan olmalıdır.
Kütüphane ve yayın diyoruz. Her seviyedeki vatandaşların boş saatlarında kitap okuması ne derece faydalıdır. Bunu izaha lüzum yoktur. Hiç bir ev kütüphanesi tasavvur edilemez ki orada aradığın kitabı bulasın. Fakal umumi olarak Halkevleri kütüphanelerinde nispeten fazla bulunur. Ve diğer şubelerin verdiği ilham üzerine derhal kütüphaneye koşulur. Yayın ise hem okuyanı hem yazanı bir araya getiri. Yazı heveskârlarını artırır.
Sosyal yardım şubesinin düşkün vatandaşlara yardım etmesini ve bunun faydalarını burada izah etmeğe de lüzum yoktur.
Dil ve Edebiyat, Tarih ve müze,, güzel sanatlar bir araya gelince elbette kültürel bir âlem tecessüm eder.
Bütün bu dokuz şube üzerinde konferanslar verilmesi, hasbihaller yapılması, konuşanı da yetiştirecek, dinleyeni de yetiştirecektir.
Eğer aldanmıyorsam mesele Vatan ve Millet ölçüsünde âzamet taşır.
Büyük adamın, büyük ve elzem olan bu işleri için para tahsisi ise, devletin de borcudur ve varlıklı Vatandaşların da borcudur.
Kanaatıma göre iktidar bu varlığı particilikten çıkarır da Devlet ayarile ihya ederse yarın ki nesil onu tebcil edecektir.
Hüseyin Köycü
Yol, bir manâda herkesin ve vasıtaların gelip geçeceği uzak mesafelere kadar maniasız gidebileceği, Osmanlıca tabirine göre murur ve ubura müsait hatlardır dersem; bunu hamca, basit tarif sayanlar olur. İşte bu kara, deniz, şimendifer, hava hatları bulunmayan köşelere yolsuz köşeler denebilir. Ve bizlerde dedik, diyoruz, diyeceğiz.
Bu köşelerde yaşayan halk yollardan mahrum olduğu için rahatsızdır, refahsızdır. Fakat bunları yüz yıllardan beri alıştıkları refahsızlıkla baş başa bırakarak Denizi, Şimendiferi, Hava yolları var iken şoseleri de kendi mıntıkalarına kendi diyarlarına çekme yolunu bulup köşe diyarları dün olduğu gibi bugün de yarın da refahsızlığa mahrum etmeğe çalışanlar yolsuzdurlar. Geçen kenar köşe ilçelerin halkı veya bunların memüssilleri evvelâ dert yanma fırsatından mahrumdurlar. Sonra da bunlara bu fırsat verilmemektedir. Geçen sayılarımızda Ankara seyyahatlarından bahsederken bu hususta bir çok açıklamalar yapmıştım.
Kaydedelim ki: Mutlakiyet devri böyle idi.. Meşrutiyette öyle geçti. Cumhuriyetin Kemalizm Devri bir çok hayırli işler yaptı ise de sözü geçen kenar köşe yerler için eski çerçeveyi geçemedi. Atatürk’ten sonra Cumhuriyet Halk Partisi yerinde saysa idi ne âlâ: bilâkis geriye gitti.
Demokrat parti ve aynı zamanda Demokrasi devri de böyle giderse hakikatte yandığımızın resmidir. Sadece yandığımızın değil ki kasten yandığımızın resmidir. Bu da değil, manzara muazzam fecaat arz etmektedir. Sari bir yıkıntı baş göstermektedir.
Erbabı tabassurun şümulcü düşünmelerini, ona göre hareket etmelerini rica, değil doğrudan doğruya tavsiye etmeği bunun da kâfi gelmeyeceğini bildiğim iççin nacizesinin gelebildiği kadar bağırmayı bir vatan borcu bilirim
Hüseyin KÖYCÜ
Ettekraru hasen velevkane yüz seksen. Herkes kendi derdinde, kendi zevkinde, kendi âleminde.. Mağdurun figanını kimse dinlemez. İsterse bağırsın sekiz yüz seksen. Biz ağlayalım, sızlayalım salâhiyetliler kulaklarını tıkadıkça tıkasınlar.
Yolsuz köşeler dedik, Yolsuz kimdir sorduk, Ankara’ya gittik, yalvardık, tekrar gittik, tek değil heyet halinde gittik; bir gitmedik birkaç defa gittik olmadı, olmadı. Tortumdan Otluya, Otludan Göley'e geçen yolun eski halini bu günkü durumunu izaha çalıştık. Bu yollardan daima gelip geçmekte olan Tortum, Oltu, Yusufeli, Tavusker, Narman, Şenkaya ve Göle'nin iki yüz bin nüfus olduğunu buna Ardahan da ilâve edilince çok büyük bir yekûna baliğ olacağını hakiki rakamlardan anlaşıldığını sızlanarak arz ettik; Dinlemedi, dinlemedi. Bu yol bir an evvel yapılmazsa bu havalideki çeyrek milyon halkın çok fena duruma düşeceğini inkâr edilmez realitelerle meydana koyduk. Bakılmadı, bakılmadı.
Halk partisi zamanında bütün aheminlerimize karşı çok saçma, çok gülünç bir cevap veriyordu: İstratejik bakımından mütalaâ ve mülahaza ediliyormuş ve bunun için Hududa doğru geçen yolların yapılmaması lâzımmış.
Şükür olsun bu günkü iktidar bu yersiz zihniyeti ortadan kaldırmıştır. Fakat bundan evvelki sayılarımızda temas ettiğimiz teğalüp, tahakküm ve hodgamlığı hâlâ tedavi edilmemiştir, ancak kıyamet koparırcasına ağlayana meme verilmekte olup bu havalinin ağlamasına meydan bırakılmamakta ve ağlarken ağzımız kapatılmaktadır.
Felâketin büyüklüğünü görmekteyim. Bunun için havali halkını ağlamağa, müreffah bölgelerin halkını insafa, yetkilileri dikkat ve basirete davet ediyorum.
Hüseyin KÖYCÜ
Bütün memlekette olduğu gibi bilhassa kenar köşe ilçelerde işsizliğin son hadde vardığı herkesçe malumdur.
Coğrafi ve Topografik durumları bozuk olan bu yurt köşelerinde yevmiye iki kilo arpaya çalışmak isteyip de gene iş bulamayanların sayısı gittikçe artmaktadır. Bu hal çok eski zamanlardan beri böyledir. Cumhuriyet devrinde dahi bu hastalık maalesef tedavi edilmedi.
Şu parti veya bu parti, şu hükûmet veya bu hükûmet iyi veya fena idi diye bir şey söyleyecek değiliz. Yalnız şurası var ki: kenar köşe ilçelerde hatta nahiyelerde belki köylerde Devlet bütçesinden binalar, köprüler vesair inşaata devam etmek birkaç taraftan faydalı olurdu. Bir yerde bir büyük binanın yapılması:
1 - O parçaya süs veriri. Oradaki halkın ruhunu okşar, ümidin artırır.
2 - Bu bir numune olur. Zenginlerimiz de inşaat hevesi uyandırır. Bu suretle saklı paralar tedavüle çıkar.
3 - İnşaat sanatı ölmez; yaşar.
4 - Halka para dökülür işsizlere iş peyda olur.
Malzemesi yüzde doksan beş memleket mahsulü olan yani Taş, kireç, kum, alçı gibi maddeler mahalli; kereste, çimanto, demir gibi maddeler de Türkiye hudutları dahilinde çıkan bu malzemelerle kurulan inşaata sarfedilen para bir cepten çıkıp diğer cebe girer kabilindedir. Yalnız şurası var ki: eğer Devlet iktîsada riayet etmek istiyorsa mefruşatın fantezisinden kaçınmalıdır.
Hiç şüphe edilmez ki büyük inşaatın durdurulması iktidar partisinin inkâr edilmez bir noksanıdır.
Büyük inşaatın bütçenin rakamları bakımından önemini ileri sürenler, yukarıda sıraladığımız bakımlardan da önemini kabul etmelidirler.
Ehemi mühimme tercih etmek icabediyorsa buna da şüphe edilmez ki yoldan iskeleden, istasyondan, fabrikadan bütün refah vasıtalardan mahrum olan fazla nüfuslu köşe yerlerin halkına iş bulmak her şeyden daha ehemmiyetlidir.
Bilhassa bütün cihanın propaganda yaylım ateşlerine biraz daha alev katan muhaliflerin mevcudiyetini düşünmek ve bu yanlış prensibe son vermek lazım gelir kanaatındayız.
Hüseyin Köycü
Bir teşekkül ki: öğretir, anlatır, söyletir, dinletir, dertleri inceler derman arar, halkla meşgul olur, şehirliyi yetiştirir ve uyandırır, köylü ile ilgilenir, kıymet taşıyan eski eserleri halka tanıtır, Millî şiirleri, hikâyeleri, büyük sözleri abideleştirir, tarihimizi nazarlara çarptırır ve saire.
Yine o teşekkül ki: Yalnız asrın değil tarihin ve yalnız bizim değil cihanın en büyük adamının ele almağa, yaşatmağa, büyütmeğe, yükseltmeğe lüzum gördüğü ve çok mühimsediği bu varlığı camiamızın durumuna uygun görmüştür.
Bu varlık Türk entelektüelinin ışığına terk edilmiştir.
Türk olarak, aydın olarak, genç olarak, inan ve iman sahibi olarak her kesin bu varlığı yaşatmak yolunda gayret göstermesi lâzımdır.
Oradan siyasî hırslar çıkarıldı, oradaki seçim kazanma sevdasına nihayet verildi. Orası Millete mal oldu. Bu çok haklı ve yerinde bir iştir.
Fakat bu icraatın yerinde olmayan bir ciheti hâlâ meydanda dimdik durmaktadır. Bu beş yüz küsur yuva millet malı, devlet malı olarak eski halin daha ıslah edilmiş şeklile tekrar dirilmelidir.
Devlet bunu millet malı gibi ele alıp belediyelere teslim ederek ihya etmelidir.
Mektep mezunlarının öğrendiklerini unutmaması ve mektep bilgisinden mahrum kalan vatandaşları da biraz bilgiye kavuşturmak için bu ev ve odaların işe çıkarılması elzemdir.
Bu hayırlı yuvalar bir müsait kanunun himayesi altına verilerek yaşatılmalı ve büyütülmelidir.
Bu suretle Millî Eğitimimizin yardımcısı haline getirilmelidir.
Demokrat parti iktidarından ve bu günkü sayın devlet başkanımızdan bu özlü işi de yapacaklarını sabırsızlıkla beklemekteyiz.
Hüseyin KÖYCÜ
Ah bu düğünler nedir bilemem çok evvel devlet bir kanun çıkararak düğünlerde fazla israfat yapılmasını 24 saattan fazla çalgı çalınmasını cehiz teşhirini men etti. Fakat bu kanun vefasız bir kağıt halinde ne okundu ve nede dinlendi.
Başlık alınırken mahallin hükûmet erkânı bu işin içindedir. Para tedarikindedir. Günlerce devam eden çok büyük zararlara mal olan bu düğünler yapılırken zatı muhteremler bazen sağdıç, bazen davetli ve bazen de her şeydirler.
Cehiz teşhir edilirken bu baylar ve hattâ bayanları da beraber cehizin nazımı, kâtibi, muhasibi, mütemedi ve daha bir çok mevki ve rütbelere sahip olurlar.
Bunlar böyle oldukları içindir ki cahil halkta eski müzir adetlerine devam ederler. Bu mesarifli düğünler devam ettikçe nice kızlar evlenemez nice delikanlılar aile kuramazlar.. Eğer kader bunları bu felâket kapısına sürüklerse böyle bir kapana düşerler ki bu acı kapanda burunlarını kurtarabilmek için ahır inekleri, koyunlarını ahırda yiyecekleri tarlalarda öküzleri, tohumları elhasılı hiçbir şeyleri kalmaz ne var ne yok her şeylerini satarak aç perişan kalırlar.
İşte Göle'nin Karatavuk köyünden birisi Karsın Bozkuş köyünden bir kıza talip olmuş kızın babası başlık alam modasına kendisini kaptırmış olduğu için damat olacağın kudretinin üstünde başlık talebinde bulunmuş, paranın bir kısmını alarak mütebakisine mühlet vermiş, fakat aylar seneler geçtikçe adamcağız bu borcu ödeyememiş, bunun için kızın babası gelin olacak bedbaht kızını güveye teslim etmemiş zira âdet veya diğer tabirle moda budur ve bu adete karşı kız da oğlan da boyun eğmek zorundadırlar.
Geçen yazın düğün yapılamıyarak kışa kalıyor, kış aylarında ancak o menhus başlık ödeniyor. Düğün yapmağa sıra geliyor. Bu defa yine modaya uyarak çok atlı ve çalgı ile düğün yapılmasını kızın babası teklif daha doğrusu emrediyor. Damat tarafı ise bir zarur bu emre itaat etmek zorundadır.
50 kişilik bir dünürcü alayı tertip ediliyor.
Sözü geçen köylerin arasında meşhur Kızılgedik dağının yolu ile hareket ediyorlar, havanın son derece fırtınalı olması yüzünden kadın erkek altı kişi boğuluyor, bir kadın şuurunu gayb ediyor. Bir çoğunun kulakları burunları, elleri, ayakları donuyor ve dökülüyor. Bir çoğu ise hayatlarını tedavi edilmez illetlere bırakıyorlar. Yedi at boğuluyor velhasıl feci ve acı günler meydana geliyor. Bütün bunlara sebep olan şüphesiz ki düğün modasına, başlık hırsına, cahil şöhretine kendisini kaptıran menhus ve menfur bir baba veya onun cahil olduğu kadarda erkeklere hâkim olan karısıdır.
Yüz yıllarca unutulmayacak dilden dile destan olacak vakayı bir yazı ile ifade edebilmek bizim kudretimizin fevkindendir. Yalnız hükûmete ve onun vazifeli memurlarına hitaben deriz ki devletin bu kanununu çiğnemeyiniz. Bahusus ki bu kanun yalnız bizim değil cihanın ve yalnız asrın değil tarihin en büyük adamı olan Atatürk’ün devrinde çıkmıştır.
Millet Partisinin büyükleri Erzurum’a gelmişler; mitingler, patırtılar, gürültüler, vaızlar, izharı kerametler ve saire…….
Halk partililer yepyeni bir eda, bambaşka bir niyet, devamlı hücumlar yaparken kendilerini de unutuyorlar.
İktidar partisi ise bazı fikirleri, basını susturmak çarelerini arıyorlar.
Allah yine bunlara yardım etsin deriz yani başlıca partilerin her üçü de muhtelif cephelerde, muhtelif şekillerle patırtılarını yapıyorlar. Her millette âdet olduğu gibi bizde de bu mücadeleler olabilir ve olur. Ancak acaba âdet olan bu çekişmeyi ihmal edecek ve bunun yerine bu gün kat’iyetle icaben millî tesanütü koymağa çalışacak kadar bir fevkâladelik olduğuna kâni olmanın zamanı gelmiştir, hattâ geçmektedir.
Acaba ben bu görüş ve kanaatımda yanlış mıyım? Yoksa hayatımda aslâ başıma gelmemiş olan yersiz bir evhama düşmüş olabilir miyim? Allah etmesin eğer görüşlerim ve duyuşlarım bir evham mahsulü değil de realite ise bunu partilerin genel merkezleri görmemezlikten, duymamazlıktan gelme sebeplerini idraktan âciz miyim? Bu ciheti meâlinden sayıp da terazimizin ona göre küçüklüğünü kabul mü edeceğiz?
Keşke biz realizemizi yanlış yapmış olalım ve terazimizin son derece küçüklüğünü kabul edelim de tevehümme düştüğümüzden dolayı bilâhare hicap duyalım. Bunu canı gönülden temenni ederim. Fakat mevcut hâdiseler meydanda iken kendi kendimi hayalperestliğe doğru meylettirmeği istemem.
Asıl temennim partilerin karanlıktaki felâket kapılarını görerek particilik hislerine bir müddet olsun son vermelerini ve vekayia dürbünlerle bakarak sandalye ve belki izzeti nefs fedakârlığına lüzum hasil olduğunu kabul etmeleridir.
Evet nankördürler. Çünkü: yediklerini, bugün yemekte olduklarını unutarak hakikati inkâr ediyorlar. Ve hakiki halaskâra dil uzatmağa yelteniyorlar. Evet sağ kördürler yani gözleri sağlamdır fakat gözlerinin önünü göremiyorlar. Milleti sürüklemek istedikleri uçurumları göremiyorlar.
Bu açık nankörlüğe uğramalarına sebep nedir? Bunları bu vicdansızlığa sevkeden saik nedir? Buna cevap hiç…. Bazıları sandalya davasıdır diyorlar bu da doğru değil. Eğer bu hain insanlar düşündükleri maazallah tahakkuk etse zaten rahat oturacak sağlam bir sandalya kalmaz.
Ey… Vatan Millet hainleri; Allah’tan korkmayan beşeriyetten, tarihten utanmayan menfaat çılgınları… Nereye gidiyorsunuz? Hedefiniz nedir? Bizler sizle değiliz.
Nereye gideceğiz, nasıl gideceğiz hesabını uzak görüşe yapanlarla beraberiz. Eskiye doğru gidenleri veya gitmek için zemin hazırlayanları şiddetle telin ediyoruz. Bizler şüphesiz kaniiz: En dürüst yol Kemalizm yoludur. Kemalizm şimdiye kadar Türk Milletinin zaman zaman tuttuğu yolların en sağlamıdır ve diğer hepsini geride bırakmıştır.
Eğer zaman Kemalizm’i geride bırakacak bir yolu bize gösterirse ve Millet bilittifak bu yolu tutmak lüzumunu hissederse o yolu gayet tabiî olarak tutarız. Bu takdirde bile Kemalizm’e ve onun Kemaline medyun ve duacı kalacağız fakat geride bıraktığımız ve üzerinden atladığımız harabelere asla ricat etmeyeceğiz.
Eğer realitelerle gözler arasında siyah perde bulunanlar veya türlü maksatlarla vatan haini olanların düşündükleri cihetler meydan alırsa hepimiz için innallilahi ve innaileyhi racuin cümlesini terennüm etmek icap edecektir.
Atatürk kanununu çıkaran Demokrat parti iktidarına sağlam görüşlü vatandaşlar daima müteşekkirdirler. İktidar partisi yaptığı bir çok işler gibi bu işile de 14 Mayıs görüşünü takviye etmiştir. Zira Atatürk, yalnız bizim değil cihanın yalnız asrın değil tarihin en büyük adamıdır.
O Türk evladı olduğuna iftihar ediyor, Ne Mutlu Türküm diyene, diyordu.
Türk milleti de maddeten öyle bir evlada ve manen öyle bir ataya malik olduğundan dolayı pek haklı olarak öğünmektedir. Millet kervanı bu görüşle yoluna devam edecektir.
Aksi sedalar kervanı durduramayan çirkin seslerdir.
Erzurum Vilâyet erkânı ancak Şenkaya’ya kadar gelirler. Oraya kadar olan dertleri dinler veya götürüler. Ve bütçelerini de ona göre ayarlarlar. Millet vekilleri de aynı yoldan, aynı durağa kadar gelirler o nisbette ilgilenirler.
Başbakan şöyle dursun Bakanlar dahi oraya uğramağa lüzum görmezler belki hatırlarına da gelmez.
Kars vilâyet erkânı ve Kars millet vekilleri ise onlarda ancak Göle kazasının merkezi olan Merdinik’e kadar gelebilirler. Daha ileri gelmek onlarda nasip olmamıştır. Yollar bu halde kalırsa daha da nasip olamıyacaktır.
O halde Karsın Merdinik kasabasile Erzurum’un Şenkaya’ya bağlı Kosor Bucağı arasındaki takriben 35 km.lik mesafeye sahipsiz mıntıka demek caizdir. Ve haline ağlamak yerinde olur. Ağlayalım mı? Evet ağlayalım: ne yine? Asayişsizliğine mi,evler basıldığına, hayvanlar çalındığına vesairesine mi?
Hayır, bu nihayet bir jandarma kumandanı, bir idare amiri mes’elesidir. Bunlar gider yerlerine iyileri gelir bu iş belki düzelir. Daha bunlara benzer birçok meseleler mi? Hayır bunlarda düzelir hattâ düzelmektedir.
Asıl mes’ele şudur: Kosor Avunder arasındaki yol meselesidir. Bu zalim bir düşmanın haklı olarak kendisine yavuz düşman saydığı bir milletin ülkesine ayak bastığı sıra halkı avlamak için özene bezene yaptığı bir yoldur. Bu yol bazı yerlerinden sel yüzünden çok kısa, kısa mesafelerle bozulmuştur. Bu yüzden o civardaki halkın yolsuz kaldığı dolayısiyle perişan olduğu bir ufak yol meselesidir. Pardon ufak dedim bu ufaklık ne keyfiyet nede mahiyet itibariyle değil kemiyet itibariyledir.
Sayın büyüklerimiz lütfen dikkat buyrulsun; Farzediniz ki: 200 km. mesafelik bir telgraf hattı var. Bu hat muhabere bakımından çok önemlidir, fakat birkaç yerinden sadece kesilmiştir. Şimdi emek veya masraf olarak yalnız telin birbirlerine eklenmesi lâzımdır. Bu lüzüma kulak vermeyip ihmal etmek caiz olabilir mi?
Erzurum-Göle arası takriben 200 km yolun Kosor-Avunder arasında azami yarım km yolu sel götürmüştür. Bu yol öyle bir yerdedir ki: Bir taraftan Göle, Ardahan, Çıldır diğer taraftan Şenkaya, Oltu, Tortum gibi mahsulları başka, başka olup bir biri ile değişme ihtiyacı karşısında bulunan halkın bu nimetten mahrum oluşu dolayısiyle yese düşüşü mes’elesidir.
Devlet ölçüsüyle fiatı ucuz halk ölçüsüyle kıymeti çok yüksek olan bu işin ihmâli affı caiz olmayan hatalardandır. Sayın Kemal Zeytinoğlu'nun ve Bayındırlık Bakanlığı yetkililerinin dikkat nazarlarını şifahi surette birkaç def’a çekmeye cesaret ettik maalesef bu derdi tam manasiyle anlatmağa muvaffak olamadık. Bunun için bir defada naçiz gazetemizin sütunlarında yüksek nazırlarını çekmeye teşebbüs ediyoruz. İnşallah merhametlerini celbetmiş oluruz.
İnsanların en az yüzde sekseninin riyakâr olduğuna bu tarihten çeyrek asır evvel kani olmuş bulunuyorum. Bunun için hiçbir insanın yüzüme karşı beni öğmelerine inanıp da övünecek değilim. Fakat biri değil, beşi değil, ellisi değil hemen hemen görüşüp konuştuklarımın çoğunluğu beni vatan , millete hizmet etmiş adamlardan sayıyorlar.
Birinci Umumi harpte, milli harekât sıralarında; inkılâplarda, particiliklerde, idari bazı teşkilatlarda son 25 sene içinde ise Şenkaya’nın okul, sanat, Pazar ve panayır imar, irşat işlerinde ve en nihayet Şenkaya’nın ilçe merkezi oluşunda ve teşkilatın tamamlanmasında naçiz hizmetimin vaki olduğunu dostlarım da söylüyor. Hatta düşmanlarımda şahsi menfaatlarımı gaip ettiğim için gûya ahmak olduğumu anlatmak maksadile bil’münasebet düşmanlarım da söylüyorlar.
Halbuki: yapamadığım işler yüzde doksan dokuzdur. Bunları yani yüzde doksan dokuzu yapmış olacaktım ki ancak yurduma bir hizmet etmiş sayılabileyim. Yapamadığımız çok önemli işleri aşağıda sıralıyorum.
1) Çocuk esirgeme işleri .
2) Kasabayı ağaçlandırmak.
3) İktisâdi iş bölümünü temin etmek.
4) Kütüphane ve sıradan kitap okumak.
5) Muntazam spor işleri.
6) Pazar panayır işleri.
7) Sahne ve filim işleri.
8) Arazi sulamak için baraj işini.
9) Kasabaya yakın ormanların hususi surette koruma işleri ve bunun çaresinin aranması.
10) Muntazam hamam ve misafirhane işleri.
11) Kooperatif vesair şekilde şirket kurmalar.
12) Halkın şivesinin düzeltilmesi.
13) Kıyafet işleri.
14) Fedakârlık ve feragatçılığın halk ahlakına yerleştirilmesi.
15) Seçilen insanlarda vazife aşkını bi hakkın uyandırmak.
16) İrşad için konferans, hasbühal yapmalar.
17) Günde 5 dakika hizmet alışkanlığının gençlik için de ihdası.
Gelecek sayılarımızın iç sayfalarında arz edeceğimiz diğer hayırlı işlerle yukarı da sıraladığımız 17 maddenin izahını yapmağa çalışacağız.
Mademki iyi düşünüşler, prensipler, programlar en nihayet kanunlarımız daima vatan ve milletin yükselmesine hâdimdir. Ve mademki aziz milletimizin selameti netice itibarile buna bağlıdır. O halde yükseliş için hükümetle el birliği yapması icap eder. Ve yine mademki kenar köşe yerler bir çok nimetlerden mahrumdurlar. Bu yerlerde çalışan salahiyetliler ve fırsat sahibi olanlar kendileri fedakâr olmakla beraber o yerlerde yaşayan halkın içinde fedakâr ve feragater kimseler varsa onlar ile el birliği yaparak müşterek mesâiye meydan bırakmalıdırlar.
Esasen idare amirlerinin sözü daima geçmekle beraber son vilâyetler idaresi kanunu varken bunlar bölgelerinde birer Diktatör olabilirler. Hatta olmuş olanları da var. Bu kuvvetlerini Hayra sarfettikleri taktirde şüphesiz ki hayırlı işleri başarabilirler. Eğer Şerre sarfedecek olurlarsa buna da muvaffak olurlar. Netekim bazıları oluyorlar. Her hangi idari bölgeye hüsnü niyet sahibi olmakla beraber uzak gören ince düşünen ona göre çalışan bir idareci nasip olduğunu orada terakki baş gösterecektir. İşte Hükümet daha doğrusu Devlet bu ciheti sadece kader ve nasibe bırakmayıp idarecilerin üzerinde ciddiyetle durmalı onları ona göre yetiştirmelidir. Ve ona göre takip, kontrol etmelidir. Yine ona göre de büyütmeli veya kenara atmalıdır.
Bunlardan hakiki millet sever ve hakiki vazifeşinas iyi niyetle çalışan idarecileri bu husus kaymakamları bazı müstesna nimetlerle taltif ederek kenar kazalarda uzun müddet kalmalarını temin etmelidir. Yoksa her hal ile yanık bu bölgeler yandıkça yanacaklar bu yanış netice itibarile Allah göstermesin Vatan şumul bir yangına sebep olabilir.
Anıl Matbaasında Şenkaya gazetesinin basılmasını takip ederken bir genç, el büyüklüğünde bir ilân kartı bastırıyordu. Gördüm. Çok itina göstererek sık sık harf, kelime, cümle değiştiriyordu. Bu gencin boynuna aldığı vazifeyi bu kadar önemle yaptığına hayran oldum. İşin maiyetini anlamak için bir kart alarak baktım. Türk Devrim Ocaklarının tertip ettiği konferansların gün ve saatlarını, konuların, söyleyecek zâtların adlarını, konferans mahallerini bildiriyordu.
Mesai saatı geçtikten sonra idareyi maslâhatlı akşam yemeğini yerken kartı tekrar okudum:
1) Ayın 22. günü Eminönü Halk evinde saat 15 de Behçet Kemal ve Prof. Halil Nimetullâh vesair zevat layıklık hakkında konuşacaklar.
2) Ayın 25. günü 15 de Bayezit Marmara Lokalinde Ahmet Emin Yalman ve sair zevat yine laiklik hakkında konuşacaklar.
3) Ayın 30. günü saat 15 de Beyoğlu Halkevinde Profesörler laiklik hakkında konuşacaklar.
Kendi kendime düşündüm bana ne konuşsun dursunlar. Ben artık kendi hesabıma çalışacak muhtekir bir tüccar olacağım: para kazanacağım ve keyfime bakacağım, dedim.
İlânda yazılan günler ve saatları gelince tesadüf olarak işlerim bitmiş boş kalmış oluyordum. Tekrar düşündüm. Kahvede miskin miskin oturmaktansa, Beyoğlu’nun İstiklâl caddesinde çapkın çapkın dolaşmaktansa, meyhanede sefih sefih içmekdense giderim konferansı dinlerim diye bu konferansların birinci ve ikincisine zamanında gittim. Her ikisinde de ufak bir grup tarafından yersiz, manasız işbozanlık yapdıklarını, fakat neticede mantıklı konuşmalar karşısında mahcup olduklarını memnunlukla gördüm.
Üçüncüsünde birkaç münevver arkadaşla beraber gitmeyi gününden evvel kararlaştırdık. Sözü geçen kartı birkaç defa okuduk, gözden geçirdik. Fakat ikinci maddede de Beyazıt Marmara Lokali tesiri altında kalmışız. Yani bu üçüncü toplantının da Lokalde yapılacağını zannetmişiz. Beyoğlu Halkevi yazısı zihnimize girmemiş. Tekrar ediyorum üç okur yazar arkadaş tesadüfen bu telkinin altında kalmıştık.
Ayın otuzuncu günü tam saat 15 de arkadaşlarla beraber Marmara Lokaline gittiğimiz zaman kapının önünde ki lavha ile karşılaştık. Lavhada (Bugün saat 16 da laiklik hakkında konferans yapılacak, bu konferans tartışmalı olacak) yazılmıştı. Arkadaşlar bunu görünce bana hücuma başladılar. Karşılıklı olarak ben de onlara hücum ettim. (Sizde birkaç defa bu kartı okumadınız mı yalnız suç bende mi)? diye kendimi müdafaa ettim. Anlaştık. Gafletin hepimizde olduğunu kabul ederek artık Beyoğlu’na dönmeğe lüzum olmadığı, bu tartışmalı konferansın daha faideli olacağını kabul ederek saat 16 yı beklemeğe karar verdik. Vakit geldi takriben bin kişiden fazla aydın bir kütle toplanmışdı. Türk Devrim ocakları Başkanı Rıza Serhadoğlu konuşmayı açtı.
M. Batuhan dinde taassubun doğuşu ve Fanatizma hakkında konuşarak Laisizm aleyhtarlarının fanatik ruh taşıdıklarını tebârüz ettirdi. Ondan sonra sıradan söz alanlar 7 dakikayı geçmemek üzere konuşdular. (Konuşanlar gazetelerden başlıklı iç sütunumuzdan dünya gazetesinden alınarak yazılmıştır.)
Bu konuşmalarda gene adedi tahminen 50 kişiyi geçmeyen bir zümre daima işbozanlığa çalışıyordular. Üç saat devam eden münakaşada söz alan profesör, Avukat, öğretmen, üniversite son sınıf talebeleri vesaireden konuştular. En son laikliği mâkul görenler daha doğrusu Atatürk taraftarları konuşma ve tartışmanın medeni hudutlar içerisinde realiteli ölçülerde galip geldiler. Toplantı samimiyet havası içinde sona erdi.
Memnuniyetimizi mucip olan cihet şudur ki: yalnız bizim değil cihanın ve yalnız asrın değil tarihin en büyük adamının Türk gençliğine tevdi ettiği emanet bu gençlik tarafından çok dikkat itina ve aşkla muhafaza edilmektedir.
Senelerden beri Yeniköy-Balkaya kömür madeni yolunun dillerde dolaşmakta olduğu ve bu hususta bütün büyüklerimizde bu lûzuma karşı görüş birliği olduğu malûmdur.
Zannı acizanemce: Şimdiye kadar Etibank'ın bu madeni işletmesi, eğer işletirse Bayındırlık Bakanlığının bu yolu yapması mevzuu bahs idi. Geçen sene Etibank mühendislerinin vermiş oldukları hilâfi hakikat bir rapor üzerine bittabi ticari zihniyetle hareket etmesi icaben Etibank bu iş üzerindeki gayretini kaybetmiş gibi gözükmektedir.
Sözü geçen raporun hilâfi hakikat olması sarahaten meydanda olmakla beraber velev doğru olsa bile, azami 55 kilometre olan bu kestirme yoldan istifade cihetleri çoktur, önemlidir arz edeyim:
1 - Alttaki gösterilen derya gibi ormanlardan bütün şark vilâyetleri istifade edecektir.
2 - Yine krokide gösterildiği veçhile meyvalık mıntıkadan, meyvasız mıntıkaya, aynı zamanda yağ, peynir mıntıkasından meyvalı mıntıkaya alış veriş yapılacaktır.
3 - İki yüz bin nüfuslu Şenkaya, Oltu, Narman, Yusufeli, Tavuskert, diğer bir çok parça mahrumiyet mıntıkası bu mahrumiyetten kurtarılacaktır.
4 - Velev kömür biraz zayıf olsa da (zayıf olmasına hiç ihtimal verilmez) bu kömürden en az Kars, Erzurum, Ağrı vilâyetleri faydalanacaktır. Çünkü:
Yeniköy istasyonu bu üç madene de yakındır.
5 - Dağlar arkasında kalan o felâketzede zavallı halk arasında iktidar aleyhindeki propagandalara canlı surette cevap verilmiş olacaktır.
Bu yolun yapılmasında ve işletilmesindeki kolaylığa gelince:
1 - Yeniköy, istasyonu mufassal erkânı harbiye paftalarından sarahaten anlaşılacağı veçhile Baklaya Kömür madeni cihetine çıkıntı teşkil eder.
2 - Yeniköy-Hamaslar arasında Meydan Dağı denilen gedik o büyük ve uzun silenin en düşük ve yol geçmesine en uygun yeridir.
3 - Hamaslardan sonra tahminen 12 kilometre yolun tesviyei turabiyesi 93 harbi hududu boyunca harbden evvel yapılmış olup halen her vesaite elverişliliğini muhafaza etmektedir.
4 - Hamaslardan Balkaya kömür madenine olan güzergâh munhat bir mıntıka olduğu için en ağır kışlarda bile maniasız işletilebilir.
5 - Yine aynı güzergâhda kereste, taş, kum, kirecin bol olması dolayısıyla yol inşaatında azamî sühulet olacaktır.
6 - Yine o mıntıkadaki köylüler işsiz oldukları için amele ve usta tedariki çok kolay olacaktır. Aynı zamanda o havalideki işsizliğe cevap verilmiş olacaktır.
Hülâsa: Eğer o havaliye 200 bin nüfuslu mahrumiyet mıntıkasından bir vatan parçası gözü ile bakılırsa, o bölgede yaşayan zavallı insanlara vatandaş deniliyorsa; devlet ölçüsü ile çok ufak paraya mal olacak bu yolun hemen yapılması icabeder. Erzurum, Kars, Ağrı, Çoruh milletvekillerinin hepsinin fikirleri, görüşleri bu husus üzerine toplanmış olduğuna kaniim. Sonsuz saygılar.
Tam 40 seneden beri Şenkaya’ya(Örtülü’ye) hizmet etmek istedim. Eğer bu hizmetimde muvaffak olabilseydim şimdi Şenkaya kültürüyle, sağlığıyla, yaşayışıyla bütün haliyle bir medeni kasaba olacaktı. Belki cennete benzeyecekti. Ve bütün Türkiye’ye ve hatta Orta Şarkta numune teşkil edecekti.
Bu hayırlı teşebbüssünde muvaffak olamadığım bilmem ki benim beceriksizliğimden mi, Şenkaya’nın talihinden mi, muhafazakâr ve hasis adamlardan mı, hüsnüniyetten uzak menfaatperest bazı salahiyetlerden mi? her neden olursa olsun muvaffak olamadım.
Fakat her ne kadar maksadı arzu ettiğim gibi nail olamadımsa da bir tohum ekmek oldu.
Ta Birinci Cihan Harbi’nden sonra kendimizi din, vatan, millet, rejim düşmanlarına karşı muhafaza için halkı ikaz ederek şuralar, komiteler kurduk. Okul, yol, sanat, ticaret şirketleri, panayır gibi birçok kollarda gayret göstererek faydalı işler ihdas edildi. En son olarak da kaza kurulması ve bütün teşkilatın tamamlanması için Hükümetin kapılarında uzun zaman bir dava vekili gibi çalıştım. Fakat, ücretsiz bir dava vekili olarak feragatle çalıştım. Bütün bunlardan başka her sene, her ay belki bir gün size mümkün oldukça faydalı olmaya canla başla gayret ettim.
Bunlar sadece bir tohum ekme derecesindedir. Zannımca bu kadarının da ufak bir kıymeti vardır.
Kırk senedir bu naçiz emeğime bütün Şenkaya halkından karşılık beklemeye haklı olduğumu zannediyorum. Bu isteğim ise şahsıma değil, bütün Şenkayalılar ve dolayısıyla vatan, millet içindir. Hepimiz içindir.
İsteklerim esas itibariyle Şenkaya Yükseliş Cemiyeti’nin programında yazılıdır. Bu program 30 seneden beri zaman zaman olaylardan ilham alarak not edilen SARI KARTON adlı plandan alınmıştır.
Bu program 5 kök üzerinde dallara ve dallardan filizlere ayrılmıştır. Kökler: 1. Kazanç, 2. Öğreniş, 3. Sağlık, 4. İmar, 5. Yaşayıştır. Bu köklerdeki dal ve filizlerden şimdilik tercihen ele alınması arzu ettiğimiz şunlardır: Güzel binalar, asri bir hamam, büyük ve minareli bir cami, ağaç, çimenlik, kaldırımlar, kışla ve gezi yerlerine yol, kütüphaneler sahneler, lisan düzgünlüğü, çocuk terbiyesi, dilenciliğin kaldırılması, hurafe ve efsaneleri dinlememek, misafire yani garip ve gelip geçici kimselere sıcak kanlılık, bulunmayan sanatları ihdas ve temizlik gibi şeylerdir. Velhasıl Yükseliş Cemiyeti’nin programındaki kök ve dallardaki her hayırlı işin mümkün oldukça yapılmasına çalışmakla beraber cemiyetin umumi heyet toplantılarında (kongreleri) filizlere hayırlı maddeler eklemek suretiyle geniş bir yükseliş programı meydana getirmelidir.
Bu dileklerin yerine gelebilmesi yani kuvveden fiile çıkabilmesi için; Belediye, Yükseliş Derneği’nin çalışmaları, zenginlerin mertliği, fakirlerin çalışkanlığı, bilginlerin evvelâ bihakkın öğrenip sonra öğretmeleri, salahiyetlilerin, vazifede titizliği lazımdır. Bunlara ilâveten 15 yaşından 80 yaşına kadar kadın, erkek herkesin günde en az üç dakika umuma hizmet etmesi yani fedakârlık ederek hayır işlemesi lazımdır. Biraz da işbölümüne riayet etmek icap eder.
İşte bu esaslar üzerinde her Şenkayalı'dan adları hizasındaki hizmetleri beklediğimi arz eder bu ricamın yerine getirileceğini ümit ederim.
Hüseyin Köycü
Yusuf Çiftçi ve Kadir Yetimoğlu: Kasaba çocukları ile alâkadar olmak, evlerinin üzerine saç çatı, bahçesini genişletmek ve muhtelif ağaçlarla süslemek, Kooperatif vesaire faydalı şirketleri teşvik, kütüphane açılmasına, sahneler kurulmasına yardım, günde beş dakika hizmet için öğrenme ve öğretmek, resmi vazifesini yaparken çok uyanık olmalarına doğru çalıştırmaya çare memur arkadaşları maksatlara doğru çalıştırmağa çare aramak. Mustafa Tunç: Kendisi için iyi bir numune evi yaptırmak, oğullarını kasabadaki iş bölümüne hizmet kastiyle ziraaten ayırarak ticaret veya sanata koymak, daima hayırlı işlere yardım etmek, günde beş dakika hayırlı işlere çalışmak. Yusuf Tunç: En iyi bir usulde seyyar alış verişçi olmak, okuma yazmasını arttırmağa çalışmak, çocuklarını okutmak, günde üç dakika kendi işlerinde muvaffak olabilmesi için misafirperverliği terk etme. Miktad Tunç: İyi bir alış verişçi olmak, bilgisini arttırmak, daima kasabanın reklamını yapmak, günde beş dakika ağaç dikmek. Mamo Güven: Mustafa Tunç’un aynı. Hasan Güven: Miktad Tunç’un aynı. Halil Güven: Miktad Tunç’un aynı. İbrahim Güven: Miktad Tunç’un aynı. Bunlardan yani sözü geçen altı kişiden şirketlere iştirak. Halil Ören: Temizlik, çocuğunu okutmak, 5 dakika ağaç dikmek. Mahmut Ören; Mevlüt Ören; Recep Ören: Halil Ören’in aynı. Bunlardan Recep Ören’in bir sanat öğrenmesi. Dursun Bülbül: Kendisine güzel bir ev yapması, sıvacılığı bütün kaideleri ile öğrenmesi, arazisini rençperlikten başka bir iş beceremeyen kardeşine terk etmesi, söylemekten ziyade dinleyici olması, ağaç dikmek. Nazım Bülbül: Sıvacılık veya başka bir iş öğrenmesi, ev yapması, daima kitap okuması, Şenkaya Gazetesi’nin serisini elde ederek saklaması ve zaman zaman okuması, 5 dakika ağaç dikmek. Kazım Bülbül: Kardeşlerinin arazisini satın almak veya her ne suretle olursa olsun elde ederek iyi bir rençperlik yapmak, daima okumak, Şenkaya Gazetesi 5 dakika, ağaç dikmek. İsmail Çiftçi: Mustafa Tunç’a yazılanların aynı. İbrahim Çiftçi: İyi usullerle ve şakirt çalıştırarak demircilik yapması ve bu demirciliği kuvvetlendirebilmek için rençperlikten tamamen vazgeçmesi, arazisini kardeşi Davut’a bir suretle terk etmesi. Ahmet Çiftçi: Arazi tedarik edip rençperlik yapma veya sütçülük yapmak. Şenkaya Gazetesi 5 dakika, ağaç dikmek, tetebbuat, Şenkaya’da iyi bir Pazar, panayır reklamı yapmak, Şenkaya Gazetesi 5 dakika numune, evini yaptırmak… Çiftçi: Mustafa Tunca yazılanların aynı. Ali Çiftçi: Halil Çiftçi’ye yazılanların aynı. Buraya kadar adları yazılanlardan şu ricalarımız da var: Şirketlere girmek, kasabada bol ağaç için tam gıda almak, daima rençperlik ve pehlivan olabilmek, şirketlere girmek için hem beden terbiyesini hem de güreş tekniğini öğrenmek, kasabanın reklamını yapmak, Alakom'da sütçülük, tavukçuluk yapmak, şirketlere hisse vermek, kasabada ağaç yetiştirmek, evine çatı, beyaz boyamak, Türkçe’yi daha geliştirebilmek, 5 dakika ağaç dikmek. Davut Çiftçi: İyi şirketlerden sermaye vermek yetiştirmek. Habip Yalçın: Arazi peyda edip rençperlik yapmak veya çalışmak, Şenkaya Gazetesi 5 dakika. Mehmet Ören: Habip Yalçın’ın aynı. Kurban Ören: çocuğunu okutmak, ağaç dikmek, günde 5 dakika. Yusuf Özdoğan: Rençperliği terk ederek yapı sanatını bihakkın öğrenmek, daima okumak, şirketlere hisse vermek, ağaç dikmek. Mustafa Özdoğan: Habip Yalçın’ın aynı. Ahmet Özdoğan: Rençperliği terk ederek alış verişçi olmak, ağaç 5 dakika, Şenkaya Gazetesi. Yusuf Özkan: Oğullarının arasında işbölümü yapmak, adam başına ağaç dikmek, her biri günde evinde 3 dakika hayır için çalışmak, evinde bir Şenkaya Gazetesi serisi bulundurmak. Mustafa Özkan: Her işi terk ederek yün veya kereste işi yapmak, kendisine ya bir ev veya dükkan yaptırmak, Şenkaya Gazetesi 3 dakika ve ağaç dikmek. Ömer Özgün: Sanat öğrenmek veya seyyar alış verişçi olmak, ev yaptırmak, Şenkaya Gazetesi 3 dakika, ağaç dikmek. Kâmil Çınar: Sıvacılığı iyice öğrenmek, oğlu Hüseyin ve Ahmet’i sanatçı etmeye çalışmak, adam başına bir ağaç, kendilerine bir ev yapmak, 3’er dakika evde Şenkaya Gazetesi bulundurmak. Lezgin Özdemir: Evine saç çatı ve beyaz sıva yapılacak, kışa etlik hayvan yetiştirmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika, ağaç dikmek. Hasan Çınar ve Dursun Çınar: Lezgin Özdemir’e yazılan. Mürsel Sağlam: en iyi bir baş çoban olmak için hayvan yetiştirmesi ve bakımını öğrenmek, çocuğunu okutmak, öğrenmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika, ağaç dikmek. Nasuh Özkan: İyi taşçılık öğrenmek, 3 dakika ağaç. Ahmet Özkan: İyi rençperlik yapmak, öğrenmek, 3 dakika ağaç. Yahya Özkan: Ahmet Özkan’a yazılanın aynı. Sabit Özdemir ve Rüstem Özdemir: Lezgin Özdemir’in aynı ve Lihsor’da tavukçuluk. Mustafa Özkan ve Refik: Evine çatı ve sıva, Refik’in pehlivan olması için beden terbiyesi, gıda ve güreş tekniğini öğrenmek. Mustafa Gürbüz: İyi bir marangozhane açarak her nevi alet ve kereste bulundurmak, her çeşit mobilya yaparak satılığa hazırlamak, Şenkaya Gazetesi 3 dakika, ağaç dikmek. Mikdat Özcan: Evine saç çatı, boyalı sıva, mesleğinde ilerlemek için teferruat, Şenkaya Gazetesi 5 dakika, ağaç dikmek. Ahmet Özbek: İyi baş çoban olabilmek için öğrenmek, oğullarını okutma, Şenkaya Gazetesi 3 dakika, ağaç dikmek. Seyfeddin Özbek: Bir sanat öğrenmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika, ağaç dikmek. Hazma Özbek: Arazi tedarik edip rençperlik yapmak, ağaç 3 dakika Şenkaya Gazetesi. Veysel Özcan: Kendisine iyi bir ev yapmak, Şenkaya Gazetesi 3 dakika, ağaç dikmek. Necip Özcan: Sanat öğrenmek, kendisine ev yapmak, Şenkaya Gazetesi 3 dakika, ağaç dikmek. Hüseyin Güven ve oğulları: İyi bir ev yapmak, bir kireç kutusu peyda etmek, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika. Habip Güven: Ahmet Özbek’e yazılanlar. Kadir Güven ve Nuri Güven: Ev yapmak, sıvacılığı ilerletmek, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika. Mahmut Güven: Halil Çiftçi’ye yazılan. Beşir Güven: Çatal, sıvalı ev, kereste alış verişi, kuru kereste alış verişi, kuru kereste hazırlamak, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika. Halil Çınar: Beşir Güven’in aynı ve şirketlere girmek. Zeki Çınar: Daima okumak, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika. İbrahim Çınar ve Ömer: İyi kasaplık yapmak, kışa etli hayvan yetiştirmek, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika. Halil Yalçın: Lezgin Özdemir’in aynı. Fikret Yalçın: Zahire, un, bulgur ve sair hububat ticareti, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika. Yusuf Yalçın: Halil Yalçın’ın aynı. Veysel Özbek: Kışa hayvan yetiştirmek, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika. Cuma Çınar: Usulünde amelelik yapmak, temizlik, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi 3 dakika. Ahmet Özcan: Ahmet Özbek’in aynı. Musa Özcan: Ağaç, 3 dakika. Celal Özcan: Taşçılık sanatını iyi yapabilmek için usul ve kaidelerini öğrenmek, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Mahmut Özcan ve Mehmet Özcan: Arazi tedarik ederek iyi rençperlik yapmak ve kış için etli hayvan yetiştirmek. Mustafa Özcan ve Bülbül Özcan: Her işi terk ederek en iyi bir sobacı ve tenekeci olmak, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Ahmet Özgün: Dabbaklığın en son usullerini öğrenmek ona göre tezgah kurmak, şakirt çalıştırmak ve ileriye gittikçe de bu işi imarethane haline koymak, daima öğrenmek, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Hasan Özgün ve Oğulları: İyi bir ev yapmak, Lihsor’da tavukçuluk yapmak, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Dursun Özgün: Mürsel Sağlam’ın aynı. Memiş Yalçın: Lezgin Özdemir’in aynı. Durak Yalçın: Yün, güzem, kıl, keçe, ip, urgan, mal, davar ticaretlerinin birisini çok muntazam yapmak, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Karahasan Yalçın ve Oğulları: Mustafa Tunç’un aynı. Muhiddin Tunç: Yazın duvarlık, kışın bir damda yavaş yavaş, yontma taş, oymalı taş, kabartma taş hazırlayarak satışa çıkarmak, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Sabit Tunç, oğlu ve Ziya Tunç: Cuma Çınar’ın aynı. Yusuf Ören: Rençperlik sütçülük, kışa etli hayvan, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. İbrahim Ören: Kendisine ev, kışa etli hayvan yetiştirmek, şirketlere hisse vermek, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Ömer Ören: Kurstaki sanatına devam etmek, daima öğrenmek, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Abubekir Özdoğan: Kendisine ufak fakat numune olacak birer daima okumak, şiir sanatını öğrenmek, Şenkaya’nın reklamını yapmak, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Halil Özdoğan: Sağlık memuru olabilecek kadar öğrenmek, daima okumak, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Hafta pazarlarına ilgi, ağaç dikmek. İbrahim Özdoğan: Kışa sebze saklamak ve kış aylarında köylere aşıklığa çıkıp Şenkaya’nın hafta pazarı ve panayırlarının reklamını yapmak, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Özdoğan: Evlerini beyaz sıva ve çatı, şirketlere sermaye, en yeni usulde arıcılık, seyyar arı otarmanın (seyyar arıcılık) icadı, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi, hafta pazarlarına ilgi. Ağaç dikmek. Osman Hakkı, Faik Özdoğcanlar: Birer güzel ev yapmak, daima öğrenmek, şirketlere girmek, pazara, panayıra almak, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Veysel Yalçın: Kasabada çeşit bulundurmak, rençperlik ve hayvan saklamaktan tamamen ayrılmak, daima öğrenmek, hafta pazarlarına ilgi, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi. Tabib Yalçın ve Nazım Yalçın: Arazi peyda ederek rençperlik yapmak, kışlalarda sütçülük veya tavukçuluk, pazarlara ilgi, ağaç, 3 dakika, Şenkaya Gazetesi Pehlül Ören: Mustafa Tunç’a yazılan ve Şirketlere ilgi. Bekir Ören: Daima öğrenmek, iyi bir ev yaptırmak, pazar, panayırlara ilgi, 3 dakika ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi. Mustafa Ören: Çatalkom’da sütçülük veya tavukçuluk, pazarlara ilgi, 3 dakika ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi. Şakir Ören: Davut Çiftçi’nin aynı. Cuma Ören ve Oğulları: Kiralık fazla at bulundurmak, gün geçtikçe at arabasına çevirmek, mümkün olursa yaylı fayton almak, hafta pazarlarına ilgi, adam başına bir ağaç dikmek, 3’er dakika Şenkaya Gazetesi. İ. Hüseyin Yalçın: Kasabada bulunmayan çeşitleri bulundurmak, bir fotoğrafhane açarak fotoğrafçı çalıştırmak, daima öğrenmek, şirketlere hisse vermek, pazara, panayıra ilgi, 3 dakika, ağaç dikmek, Şenkaya Gazetesi, binalarının üzerine saç çatı ve beyaz sıva. İ. Hasan Yalçın: Sütçülük, kaymakçılık, her ayda yeni tereyağı bulundurmak, kendisine iyi bir ev yapmak, hafta pazarlarına ilgi, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi. Veysel Güven: Bir örnek ev, bir örnek ve çok muntazam mağaza, hamam şirketinin müteşebbisi, diğer hayırlı şirketlere sermaye vermek, kütüphane ve sahnelere yardım, bulunmayan çeşitlerden bulundurmak, Pazar ve panayırlara fedakârlık, yeni evinin ve eski evinin önlerine çeşitli ağaçlar dikmek, 5 dakika Şenkaya Gazetesi. Kış aylarında bulunmayan maddelerin temini için çalışmak. Hasan Özdemir: Evlerini sökerek yerine iyi ev yapmak, etrafını ağaçlandırmak ve Lezgin Özdemir’e yazılanlar. Nuhrali ve Binali Özdemirler: Daima öğrenmek, arazi peyda ederek rençperlik yapmak, pazar, panayırlara ilgi, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi. Ali ve Osman Özbekler: Çok büyük bir han yaptırmak, kiracılık, pazar, panayıra ilgi, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi. Hasan Özbek ve Oğlu: Her işi terk ederek yontma taşçılık sanatını ilerletmek, pazara, panayıra ilgi, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi. Zeynel Kazım İsmail Özdoğanlar: İnşaat işlerini çok iyi öğrenmek, usul ve kaidelerine göre ustalık yapmak, daima öğrenmek, pazara, panayıra ilgi, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi. Bedir, Kadir Önderler: Kireç kuyusu ihdas ederek kireç çatmak, kum ambarı meydana getirerek satmak, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, hafta pazarlarına ilgi. Mehmet Önder: Sığır çobanlığı sanatını tam öğrenmek, buna göre okumak, daima öğrenmek, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, Pazar, panayırlara ilgi. Hüseyin Özbek: İyi bir ev yapmak, daima öğrenmek, sütçülük, Pazar, panayırlara ilgi, kasabanın reklamı, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi. Hüseyin ve Ahmet Önderler: Mahmut Gürbüz yerlerine yazılanlar. Kiralık ev yaptırmak, evlerinin üstü çatı ve duvarlara beyaz sıva, daima öğrenmek, pehlivanlık için beden terbiyesi öğrenmek, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, Pazar, panayıra ilgi. İlyas Özbek: Arazi tedarik ederek rençperlik yapmak, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, pazar, panayıra ilgi. Şevket Abudil Ayvaz Özbekler: İş bölümüne hayırlı yardımları dokunmak için her işi terk ederek daima günlük amelelik yapmak boş kaldığı günler kum, kireç hazırlamak, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi. İbrahim Özbek ve Oğulları: Kum, kireç, kavi, ağaç gibi lazımlı şeyleri hazırlayarak satışa çıkarmak, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi. İbrahim oğlu Öğretmen Hüseyin Özbek: Diğer öğretmenlere yazılanlar. Ali Önder: Kasabaya şimdiye kadar icat edilmeyen çeşitler üzerinde ticaret yapmak, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, pazar, panayıra ilgi. Cuma Özkurt ve Oğulları: Seyyar alışveriş, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, pazar, panayıra ilgi. İsmail ve Esmani Özkurtlar: Şevket Özbeklere yazılanların aynı. Hasan Özeren: Kereste üzerinde iş yapmak, ormanlarda ham sökmeden vazgeçmek, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, pazar, panayıra ilgi. Şakir Özeren: Usulünde ve insaflı faizcilik yaparak gittikçe bu işi kanun dairesinde muntazam komisyonculuğa götürmek, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, pazar, panayıra ilgi. Alaeddin İlgün ve Oğulları: İyi bir çeşitli çalgıları öğrenmek, oğullarının daima okuması, ağaç dikmek, 3 dakika Şenkaya Gazetesi, pazar, panayıra ilgi. Halil, Mahmut İlgünler ve Oğulları: Kışa etli hayvan yetiştirmek ve diğerlerine de yazılanlar. Mustafa Öz ve Oğlu: Muntazam rençperlik, kiracılık, diğer yazılanlar.(Gazeteye sığmayacağı için bundan sonra diğerlerinde yazılanlar dakika, Pazar, panayıra ilgi diyeceğimiz: Ağaç dikmek, 3 Şenkaya Gazetesi serisi, Şirketlere girmek gibi hayırlı işlerdir.) Dursun Güven, Abit Güven: Kereste hazırlamak, diğer yazılanlar. Pehlül Çınar: Amelelik ve diğer yazılanlar. Hasan Aydın ve Oğulları: Rençperlik, iyi çeşit çalgılar, diğer yazılanlar. Fiyat Ağa Rıza Fidan, Ali Yalçın: Minareli cami yaptırılması için müftü efendi ile beraber teşebbüse geçerek çalışmak ve diğer yazılanlar. Şeref Yalçın:Arazisini kardeşine terk ederek alış verişe geçmek. Aynı zamanda hanende olmada çalışmak, diğer yazılanlar. Zeynal Özbek:Diğerlerine yazılanlar. İbrahim Özer: İyi bir ev yapmak, diğer yazılanlar. Öğretmen Yusuf Özer: Ali Çiftçi’ye yazılanlar. Halil Özer: Binaların üzerini saç çatı veya iki kat yapmak. Son sistemlerle berber salonu vücuda getirmek, diğer yazılanlar. Yusuf İlgün, Koblay İlgün: Veysel Güven ve diğer öğretmenlerde yazılanlar. Şevket Tan: Cami müteşebbislerine yardım etmeli, diğerlerine yazılanlar. Zeynel Tan: Dabbağlık, dikicilik sanatlarını yaşatmak için biraz devam etmek, çeşit bulundurmak, diğerlerine yazılanlar. Sadık Özgen ve Oğulları: Lezgin Özdemir’e yazılanlar. İsmail Özeren ve Oğullar: Çok muntazam yani büyük şehirlerde bulunan bir otel meydana getirmek, daima öğrenmek ve diğerlerine yazılanlar. Hamit Özgen ve Oğulları: Kışa etli hayvan yetiştirmek, ve iyi çobanlık öğrenmek ve diğerlerine yazılanlar. Bekir Özgen: Taşçılık ve diğerlerine yazılanlar. Asker Özgen: Cins at yetiştirme ve diğerlerine yazılanlar. Hasan Örnek: Son sistem fırın yaptırmak, pehlivanlara yazılanlar ve diğerlerinde yazılanlar. Haşim Örnek: Hüseyin Özbek’e yazılanlar. Taşdan Örnek: Kışlık sebze yetiştirmek ve diğerlerine yazılanlar. İbrahim Refik Örnekler: Birer sanata geçmek diğerlerinde yazılanlar. Hüseyin Örnek: Osman Özbek’e yazılanlar. Ali Aydın ve Oğlu: Rençperlik diğerlerine yazılanlar. Musa Aydın: Hüseyin Özbek’e yazılanlar. Nureddin Aydın:Terzilik sanatına bütün kaide ve yeni usullerle iyice öğrendikten sonra güzel bir terzihane açmak için son moda bir mağaza yapmak ve diğerlerine yazılanlar. Mahmut ve Yusuf Özgen: Celeplik ve kışa etli hayvan yetiştirmek ve diğerlerine yazılanlar. Hüseyin, Hasan Ömer, Bekir Yalçınlar: Kısmen dikicilik ve bazıları son moda fırıncılık, daima öğrenmek ve diğerlerine yazılanlar. Mustafa Yalçın ve Osman Yalçın: Şakirt çalıştırarak dabağlık sanatını öldürmemek, daima öğrenmek, pehlivanlara yazılanlar ve diğerlerine yazılanlar. Hakkı Güven, Mürteza Özdemir, Ali Yegin, Mustafa Toksoy: Rençperlik ve diğerlerine yazılanlar. İsmail Toksoy ve Oğulları: Çok iyi bir otel meydana getirmek ve diğerlerine yazılanlar. Mustafa, Cuma Morkoçlar: Veysel Güven’de yazılanlar. Şahin Tahin Bozkurtlar: Arazilerini iyileştirerek kasabada bulunmayan hububat ve sebzeleri yetiştirerek kışa saklattırmak ve diğerlerine yazılanlar. Kemal Bozkurt: Diğer öğretmenlere yazılanlar. Hüseyin, Hasan, Mehmet Çetinler: Sütçülük, tavukçuluk ve diğerlerine yazılanlar. Cihangir Bozkurt: Kop’ta yeni usul ziraatçılık yapmak, pehlivanlara ve diğerlerine yazılanlar. Asım Özsoy: Diğer öğretmenlere yazılanlar. İhsan Özsoy: Rençperlik, pehlivanlık ve diğerlerine yazılanlar. Mürsel Tiksoy: Rençperlik ve diğerlerine yazılanlar. Hüseyin Toksoy: Kiralık binalar, çatılı, sıvalı evler yapmak ve diğerlerine yazılanlar. Ömer Özsoy: Dabbaglığı yaşatmak, pehlivanlara ve diğerlerine yazılanlar. Ömer, Osman Palalar: Oyma, bürme, yontma taşçılığı ilerletmek ve diğerlerine yazılanlar. Sabit Önder: Seyyar alışveriş ve diğerlerine yazılanlar. Yusuf Önder, Mevlüt, İbrahim, Mehmet Sevimler: Rençperlik ve diğerlerine yazılanlar. Mehmet Fikret ve Oğulları: Güzel bir kahve yaptırarak işletmek ve diğerlerine yazılanlar. Mustafa Fidan, Sakıp Fidan: En son usulde arıcılık, seyyar arı otarması, evlerine çatı ile sıva ve diğerlerine yazılanlar. Ahmet Fidan: En iyi aletler, çarklar peyda ederek sanatını ilerletmek ve diğerlerine yazılanlar. Celal Yüksel: Mümkün olduğu kadar kundura levazımı bulundurarak sanatını devam ettirmek ve diğerlerine yazılanlar. Ahmet Özçelik, Cabir Özçelik: Rençperlik, sütçülük ve diğerlerine yazılanlar. Behçet Özçelik: Durak Yalçın’a yazılanlar. Zekeriyya Pala, Bekir Pala: Amelelik ve diğerlerine yazılanlar. Halil Aki ve Oğulları: Hasan Çınar’a yazılanlar. Nasrullah, İsmail, Mehmet Yeşilyurtlar: Kışlık sebze yetiştirmek ve diğerlerine yazılanlar. Hüseyin Özsoy: Alışveriş ve diğerlerine yazılanlar. Veysel Özsoy: Kalay ve lehimcilik sanatını ilerletmek ve diğerlerine yazılanlar. Bahri Yıldız, Battal Yıldız, Nureddin Yıldız, Şahin Yıldız: Etlik hayvan yetiştirmek ve diğerlerine yazılanlar. Bilal Çakmak: Taşçılık ve diğerlerine yazılanlar. Halil Fidan: Müezzinliği iyi öğrenmek, ev yaptırmak, D. Y. (bundan sonra D. Y. işareti konulunca diğerlerinde yazılanlar demektir ki: Pazar panayıra ilgi, ağaç dikmek, 3 dakika hayırlı işlere çalışmak ve Şenkaya Gazetesi serisini muhafaza ederek okumak demektir.) Bekir Aslan ve Aslan Ölmezler: Çeşitli çalgılar ihdası, D. Y. Mustafa Özder: Cami işine yardım, D. Y. Alaadin Özder, Ziya Özder: Veysel Güven’e yazılanlar. Seyfettin, Nusrettin, Cevdet, Suat Özderler: Sanat öğrenmek, D. Y. Dursun Özder, Ali Yüce: Sütçülük, D. Y.
Hüseyin Köycü: Daima seyahat yaparak gördüğü yenilikleri Şenkaya halkına iletmek, D. Y. Habib Köycü: Kasabada çeşit bulundurmak, daima tetebbuat , D. Y. Coşkun Köycü: Kasabada çeşit bulundurarak ucuzluk rekabetine itina etmek, lise tahsilini hususi yapmak ve imtihana hazır olmak sureti ile bu işi hayırlı bir adet olarak Şenkaya’da peyda etmeye çalışmak, bu hususta ukalalık yapacak zavallılara inanamamak, D. Y. Hüseyin Uçan ve Oğulları: Kışa etli hayvan yetiştirmek, büyük bir han yaptırmak, D. Y. Süleyman, Mahmut, Nurettin, Refik Özaylar: Yapı, çatı, sıva, sütçülük, tavukçuluk. Sebahattin Özay: Bir oto mağazası veya atölyesi açarak aynı zamanda nakliye işlerini ele alarak Şenkaya’nın motorlu vesaitini ilerletmek, D. Y. İsmail Halil Özbekler: Oyma, burma, yontma, kabartma, taşçılığı ilerletmek, D. Y. Vahit Özay, Veysel Yıldız, Mevlüt Yüce: Amelelik, D. Y. Yusuf Pala, Mustafa Özgen: Veysel Güven’e yazılanlar. Binali Fidan, Zaim Özgen: Asri kasaphane yaparak en son usulde malzeme satın alarak tenkit edilmeyecek kadar kasaplık etmek, D. Y. Cezayir Yıldız: Mustafa Tunç’a yazılanlar. İsa, Yusuf Yıldızlar: Rençperlik, D. Y. Mihrali Yıldız: İyi çobanlık, kış kuzusu yetiştirmek, D. Y. Mustafa Dilli: Şenkaya’da sinemacılığın ihdasına çalışarak bir şirket kurmak, D. Y. Mehmet Şenel ve oğulları: Mustafa Gürbüz’e yazılan, D. Y. İskender, Hüseyin, Veysel Gökler: Sütçülük, tavukçuluk, D. Y. Ahmet Rıfat Yıldızlar: Alışverişi öğrenmek, D. Y. Dursun Öztaş, Ali Turan, Hamza Özbek, Mustafa Özbek, Cuma Şener, Derviş Can, Behlül Can, Yusuf Yüce: Rençperlik, sütçülük, D. Y. Halil, Nihat, Necmettin Özsoylar, Niyazi Özcan: İyi bakkallık yapabilmek için sermaye artırarak ilerlemeleri, D. Y. İsmail Özer, Mustafa Öztürk: Kışa un,- den satılık için hazırlamak, cami işine gayret, D. Y. Mehmet Ünal, Ziya Tan: Saraçlık üzerinde en son usullerle imalathane meydana getirmek, yani saraçlık sanatını Şenkaya’da öteden beri ki parlaklığını daha fazla parlatmak. Mehmet, Ali, Haydar Ünallar: Dabagllık sanatını öldürmemek için çalışmak, D. Y. Hasan, Zeynal, Seyfettin Öztürkler: Oteli büyütmek ve çok şık bir otel meydana getirmek, D. Y. Hüseyin Öztürk: Hüseyin Özbek’e yazılanlar. Mehmet Özay: Bir memuriyete geçmek için öğrenmek, çalışmak, D. Y. Yahuza Özay: Mustafa Gürbüz’e yazılanlar. Ahmet Toksoy: Yusuf Çiftçi’ye yazılanlar ve Yükseliş Cemiyeti’nde çok dikkat, D.Y. Yusuf Öztürk, Halil Şener: Kışa etli hayvan yetiştirmek, D. Y. İbrahim, Sırrı Toksoylar: Kışa un, den bulundurmak, D. Y. Cuma, Yusuf, Cuma, İdris Palalar ve Oğulları: Kışlık sebze, sanat daima amelelik, D. Y. Mahmut Hüseyin Tanlar: Her takımın mükemmel daima malzemesi bol ve saklı aşçılık sanatında ilerlemek için kitaplar, temizlik için öğreniş, tenkitlerden sinirlenmeyerek ders almak sureti ile hiçbir kasabada eşi bulunmayan bir lokanta meydan getirmek, D. Y. Dursun Duman, Binali Çakı, Ali Soylu, İsmail Özay, Ömer Öztürk: Kışa sebze, amelelik, temizlik, D. Y. Sement Özbakır ve Oğulları: Sanat, amelelik, D. Y. Habip Özer, Ali Şener, Hasan Yetimoğlu, Sebahattin Yetimoğlu, Ali Öztürk: Kasabada bulunmayan alışveriş ve sanatları ihdas etmek, D. Y. Ahmet Ören, Süleyman Özer, Mustafa Öztürk: Kışa un, den, yarma, külül vesaire eylemek, D. Y. Halil Özay: Yukarıda yazılanlar. Hüseyin Yıldız, Faik Yalçın: Yeni yeni bilgileri elde ederek Şenkaya’daki kendi emsalleri gençlere mektupla telkin yapmak, D. Y. Öğretmen Şeref Morkaç, Necmeddin Tan, Selahattin Yetimoğlu, Fazıl Özer, Kemal Yalçın, Semahattin Tan, Halis Yıldız, Yasin Özsoy, Müfit Köycü, Nureddin Özsu, Necaddin Özsoy, Ruşen Yetimoğlu: Halil Çiftçi’ye yazılanlar, Şenkaya Gazetesi’ne birer yazı, Şenkaya’nın yükselişi hakkında gençlere mektup, Yükseliş Cemiyeti’nin ihyasına çalışmak, feragat ve fedakârlıkta yarış, benim bu mektubun hatalarını tenkit, hatırıma gelmeyen iyiliklikleri hatırlamak, D. Y.
Alpagon oğulları, Yusuf Şener ve Oğulları, Celâl Avcı ve Oğulları, Şeref Yener ve Oğulları, Ahmet Topçu ve Oğulları ve saire hariçte bulunanlar: Daima mektuplarla Şenkayalıları yükselişe doğru teşvik etmek, yükseliş derneğine üye olmak ve yardım etmek, Şenkaya’da ev, otel, mağaza gibi inşaat yaptırmak, Şenkaya Gazetesi serisini muhafaza etmek vesaire mümkün olan hayırlı yardımlar. Başta Bayan Çiçek olmak üzere bütün bayan öğretmenler Şenkaya kadınlarına irşaat için evvelâ kendileri birçok faydalı eserleri okuyarak bu eserleri yekdiğeriyle mukayeseden sonra Türklük, Müslümanlık, İnkılâpçılık görüşlerini karıştırıp, kendi bilgi ve aklı selimleriyle; çocuk terbiyesi, kocaya hizmet, biçki, dikiş, yemek ve gıda işleri üzerinde icap eden faydalı bilgileri Şenkaya kadınlarına telkin etme. Hariçten gelen dükkâncılar ve yakın köylerin halkı: Bütün köylerin kendi menfaatlerini temin için köylerinden kasabaya makine işleyecek kadar yol yapmak.
Selâm, Sevgi ve Saygılar
Bu kelime de öyle bir mefhum var ki; bunu heddeden geçirecek olursalar altuna nazaran bire bin nispetinde hassasına haiz olduğu görülür.
Bir vazife sahibinin uhdesine düşen vazifeyi harfiyen yerine getirmesi sadece tabii bir haldir. Her insanım diyen kimse onu pürüssüz yapar.
Bu altundan bin defa kıymetli olan mefhum uzatıldıkça görülürkü tellerin ortasında daha neleri alabilir. Buna bir de vicdan borcunu ilâve ettiğimiz zaman hüsnü ahlakın deryasını da semasını da içine alır.
Biz bu küçük sütunlarımızda vazifenin ahlakî, kutsî, vatanî kıymetlerini izaha yeltenemeyiz. Zira bu yalnız sütunlarımızın istiabının üstünde olmakla değil kudretimizin de fersahlarca üstündedir. Biz bu gün burada ancak buna dair ufak bir misali ele alacağız.:
Kanaatime göre Revandan bir Ermeni'yi her hangi bir işimiz için uzman olarak ücret mukabilinde getirir uhdesine muayyen bir vazifeyi verecek olursak şüphesiz ki; bu adam o vazifeyi harfiyen yapar. Çünkü yapmasa ücret alamaz ekmeğinden mahrum kalır. Iraktan veya İran’dan bir Müslüman'ı bir uzman olarak getirdiğimiz zaman Revanlı'dan istediğimiz tabii vazifenin üstünde biraz fedakârlık belki bekleriz çünkü o aynı zamanda bir Müslüman’dır.
Eğer bir Müslüman Türkü diğer bir ecnebi memleketinden getirecek olursak ondan daha fazla fedakârca çalışmak istemeliyiz. O halde Türkiyeli bir vatandaşımızı bir vazife başında gördüğümüz zaman ondan yukarıda sözü geçenlerden daha fazla fedakârlık bekleriz.
Şimdi bütün bunların üstünde daha bir unsur var ki onlardan beklediğimiz fedakârlıklar daha yerinde bir beklemedir. Bu unsur ise her şehir, kasaba, köyün yerlisi olarak o yerde vazife alanlar işte bu vatandaşlarımızdan asıl vazifelerini noksansız yaptıktan sonra beden, zeka, ilim, tecrübe ve faydalı kudretlerine göre fedakârlık, feragatçilik göstermelerini isteriz.
Bu asırda bir Amerikalı, bir İsviçreli memur ancak vazifesini yapmakla mükellef sayılabilir. Veya İstanbul ve Ankara’da bir vatman, bir pazvant ve bu ayar sair vazife sahipleri de belki onunla iktifa edebilirler. Fakat Vatanın kenar köşe şehir, kasaba ve köyleri ki: yoldan, hastaneden, telefondan, ibret sahnelerden, konferans salonlarından, kütüphanelerden, velhasili bir çok kültür verme vasıtalarından, hayat denilen şeyin hemen hemen yüzde sekseninden mahrumdurlar. Bu yerlerde meydana getirilecek Amerika, İsviçre ayarındaki işleri yalnız hükümetten beklediğimiz müddetçe bazılarına kavuştukça bazılarını kayıp etmiş olacağımıza şüphe yoktur. Bu cihet realitenin tam özüdür. O halde halkın da Hükümetle el birliği yapması için buralarda bulunan herkesin bilhassa münevver sınıfın vazife harici hamiyetler göstermesi, buna düşünce bahşetmesi, elinden gelen gayreti göstermemesi, Pazar günlerini Cumartesinin yarımlarını gecenin tükenmez saatlerini sadece kahve oyunlarına hasretmesi çok acı değil midir?
Bu seçim sadece seçim değil; Millî refahın kökleşmesi veya yıkıntıya meyl etmesidir. Bunu için konuşmalarımızı, yazılarımızı, telkinlerimizi şahsî menfaattan ari hüsnü niyetle yapalım. Atatürk Devrinden sonraki 13 seneyi 950 den sonraki 4 sene ile hatta 4 değil 3 sene ile mukayese ettiğimiz, rakamları sıraladığımız zaman reylerimizi hangi partiye vereceğimiz belli olur.
Tereddütsüz öğünürüm, derim ki: Müdafaai Hukuk Cemiyetinin ilk kuruluşundan 946 ya kadar geçen 24 senelik siyasi kanaatim, hizmetim daima Halk Partisinin lehine olmuştur.
Bundan 950 ye kadar içi çökmeye müstehak olduğu sarahatan meydanda olan Halk partisinde kalışım sadece iktidarın icraatta muvaffak olması, inkılâpların baltalanmadan tahakkuk etmesi için idi. Bununla beraber bu 4 senede Demokrat Partinin aydın ve iyi görüşlü mensuplariyle elbirliği yapmakta idim. 950 den beri ise yılmadan, usanmadan Demokrat Parti lehine çalışmayı bir vatan borcu bilmekteyim.
Bu yoklamada sayın Rıfkı Salim Burçağın kendine bilkaydü şart itaat edecek zatları seçme arzusu üzerine adaylığı kazanamadım.
Bu çağın bu zihniyeti tıpkı C. H. P. İnhisarcılardan sayın Cevat Dursunoğlu’nun evvelce taşıdığı zihniyettir ki kanaatime göre hiç de doğru değildir.
Aday olmadığım halde şimdi Demokrat Partinin kazanmasını temenni edişim ise hiçbir şahsî menfaat mülahazasiyle olmayıp:
1) 3 senede yaptığı iyi işler,
2) Başında bulunanların kudret ve iyi niyetleri,
3) Sık sık, iktidar değişmesinin zararlı oluşu kanaatında olduğumdandır.
En az bir devre daha iktidarda kalacak olan D.P. den milletin, vatanın selâmet ve refaha doğru hızla götürülmesini kesin olarak ummaktayız. Bunun için reylerimizi D.P.ye verelim.
Ey aziz seçmen eğer kanaatime iştirak etmiyorsan hangi partiden olursan ol… Hücreye girdiğin zaman listede değil seçeceksen. Konuşabileni, kürsüden haykıranı seç, meclis hayatı demek konuşma demektir. Kürsüden söyleyen mebus millete ap aşıkâr imtihan verir. Kürsüden konuşamayan meb’us meydana çıkamayan pehlivana benzer konuşamayan bilgin mebus ise 130 kiloluk şişmanlara benzer ne güreşe ne de harbe giremez. Konuşan ise vazife ile ilgilenir, söylemek için cevap vermek için dinler ve hazırlanır. Kürsüden söyleyen millet için, vatan için söyler, bilgisi ilgisi, kanaatlar hakkında millete istihzan verir. Polis arkasında fısıldayan, şüphesiz ki yüzde doksan şahsi işler peşindedir. Ey kıymetli aday, hangi partiden olursan ol iyi bil ki bundan sonra umuma söyleyen ruhunu belirten alkışlanacaktır.
Şüphesiz ki meydana çıkmayan sporcunun meydanda yeri olmadığı gibi kürsüden konuşmayan meclis azasının da bu sahada yeri olmayacaktır.
Ey! Yukarıda söylediğim şişman, bunu iyi bil eğer Allah etmesin mebus olursan bari çalış, çabala, hazırlan hiç olmazsa en az ayda bir defa kürsüye çık müvekkiline imtihan ver. Yoksa sana yüksek gözüken numaran sıfıra iner. Duydum duymadım deme.
İktidar partisinin 4 sene içinde yaptığı ve yapmakta olduğu işleri birer birer gözden geçirdiğimiz zaman; akılları durduracak, herkesi hayran edecek yükselişleri görüyoruz. “Fakat!” yıkılan bir iş var ki bütün yapılanları karşılayacak kadar büyük bir hata denilirse hata olmaz.
Bilmem ki: Çok sayın büyüklerimiz bu cihet üzerinde ne için böyle pasif kaldılar. Halkın uyandırılması, aydınlanması, yekdiğeri ile kaynaşması ve anlaşması bir milletin bir ülkenin yükselmesi için en ana sebeplerden birisi olacağında hiç kimsenin şüphesi olmayacağına kaniim.
Gerçi Halk Partisi zamanında veya tabiri diğerle o tarihlerde Halkevleri bazı şehir ve kasabalarda ismi var cismi yok gibi idi. Ve yine o sırlarda Halkevleri bazen ve nadiren fena olayların meydanı olmuştu. Esasen yalnız biz değil bütün beşeriyet her hangi sahada tam ve pürüzsüz bir iyiliğe doğru gitmiştir ki. Beşeriyetin bir parçası ve 300 sene gibi uzun zaman geri kalmış bulunan biz birden bire kestirmelerden yürürken ayağımıza diken batmasın, başımıza taş değmesin de pürüzsüz yürüyelim. Nasıl ki köylü yaylasında, bahçesinde baltayı ayağına vuru, şehirli imalathanesinde kolunu makineye kaptırır, dairesinde kalemi kendi gözüne batırırsa daha doğrusu bundan daha ağır ve herkesi ürküten hareketlerde bulunanlarsa yeni kurulan ve hâlâ inkişaf etmemiş olan Halkevleri ve Halk odalarında da belki başka yerlere nazaran daha az sakatlıklar ve ürkütücü hareketler olmuştur.
Yüzde 90 iyiliği katiyetle mülâhaza edilen 9 şubeli ve her şubedeki konuşma, hasbihal müsahebe, münazara vesairesi elbette çok faideli olacaktır.
Merkezde kudretli bir baş veya bir heyetin sağlam görüş dairesinde organize edeceği bu muazzez olduğu kadar da muazzam olan teşkilât hiç şüphe edilmez ve hiç itiraz götürmez ki milletimizin yükselişi yolunda en müessir bir unsur olacaktır.
Zaten Ulu Atatürk Türk Ocaklarını fuzuli bulup onun yerine Halk evlerini kurarken yaptığı muazzam işlerin en başında bir yapılış meydana getirmiştir. Ne yazık ki onun resmini paradan, puldan silenler ve gözden nihan oluşunun ilk senesinde aleyhinde propagandalar tertip edip onun yerine başkalarını parlatmağa çalışanlar aynı zamanda bu büyük eseri de fena idare etmek suretiyle felce uğrattılar.
Şimdi : İktidar bu teşekkülü ya ayni haliyle veya daha faideli bir şekilde ele almalı. Diğer bir çok işlerde olduğu gibi ona da hatırı sayılır bir bütçe yaparak Başbakanlığa bağlı bir genel müdürlük kurarak onun nurunu memlekete yaymalıdır. Hattâ bu genel müdürlük bütün önemli işlerimizin, çok üstünde önem taşımalıdır.
Senelerce hem halk evleri ile fiilen meşgul olmuşum ve hem de seyyar ticaretim dolayısile her yerdeki halk evleri ve odaları üzerinde inceleme yapışım haklı olarak bana bu kanaati vermiştir.
Eğer ölmeden bu işin başarıldığını görürsem milletimin yarını için hiç bir endişem kalmayacaktır.
Öteden beri adetim veçhile bu defa da seyyar ticaretle Kars’ta bulunuyorum. Bu günlerde gazete okumağa vaktim müsait değil, klüp lokantasının nefis yemeklerinden bir akşam yemeği yerken masamda bulunan samimi bir arkadaşım, Kars gazetesinde aleyhimde yazılmış bir yazı olduğunu söyledi o gece bir Kars gazetesi elime geçmedi.
Sabahleyin müşteri bastı öğleye kadar odamdan dışarı çıkmadım. Öğle üstü Erzurum Otelindeki odamdan çıkarak yakınımızda bulunan matbaaya gittim. Bir Kars gazetesi aldım başlık(Güneş Doğar Gibidir) evet bu başlığı kendi gazetem olan Şenkaya gazetesinde kullanmıştım.
Yazan: (Turan Daştemir) henüz tanışmadığım Turan Daştemir'in yazısındaki ateşlilik kendisinin bir genç olduğunu, yazısındaki olgunluk aydın bir insan olduğunu, siyasi kanaati ise Halk partili veya taraftarı olduğunu gösterir. İlgisini incelediğim zaman Demokrat ruhlu olduğu anlaşılır. Pardon Demokrat dedim. Demokrat veya halkçı her ikisi aynı manayı ifade eder. Birisi Arapça’dan, diğeri Fransızca’dan veya Latince’den alınmıştır. Her ikisi de ahilinin oyuna müracaat, vatandaşın mütalasını almak bi müşavere devlet işlerini en iyiye doğru götürmek malinde bir mana ifade eder.
Turan Daştemir bizi dalkavuklukla ittiham ederek hakaret etmektedir. Evvela ona mukabele etmeyelim. Sonra da yaşlı olduğumu kendisi de yazısında kayıt ettiğine göre onu bir yeğen mevkiinde görerek cevabımı ağır vermeliyim, fakat yine nezaketi elden bırakmıyorum kısaca insafsız diyorum.
Sayın Turan Daştemir, eğer insafsız olmasaydın eline geçirdiğin Şenkaya gazetesinin aynı sayısındaki (Halk evleri) başlıklı yazıyı ve (yobazlar yobazımsılar) başlıklı manzumu da okuyup yazıların özünü ve ruhunu inceledikten sonra kalemi ele alırdın. Eğer insaflı olsaydın hiç olmazsa (Güneş Doğar Gibidir) manzumunu ve izahını aynen yazınızın içine alır okuyucuların gözlerinin önüne sererdin ondan sonra dalkavukluğu bize perçinlemeğe çalışırdın. Böyle kırık dökük halde ve işinize gelen parçalarını yazmazdın. Siyasî yazarlığa heveskâr bir genç olduğunuz anlaşılıyor; ümit ederim ki yaşlandıkça yazılarınızda insaflı olasınız.
Şimdi maksada gelelim: Güneşin (30) sene evvel doğduğunu kayıt ediyorsunuz bu düşüncede sizinle beraberim ve belki daha ilerdeyim.
Asıl korkunç karanlıklarda ve milli felâketlerde siz gençler yokken istipdat, tezallüm tehakküm ve teassüple bizler çarpışıyorduk işte o dar günlerimizde doğan Mustafa Kemal güneşi dimağımıza derince işlemiş ve bizi ebediyen kendisine aşık etmiştir.
(Fedakârlar) piyesinin içine aldığım (bir zaman) başlıklı nesir yazımı okursanız o güneşe karşı olan hayranlık ve bağlılığımı biraz takdir buyurursunuz.
Çok uzun hikâyelere belki sütunlar müsaid değildir. Ancak: Oltu Milli İslam Komitesi ve Kars Milli Şurasının kurucularından, tehlikeli ve nazik zamanda Kars mevki müstehkâm kumandanı, ölümler içerisinde Milis cephe kumandanı (40) seneden beri vatan ve memleket uğrunda muhtelif sahalarda milli davaların fedakâr ve feragatisi olduğumu beni tanıyan yaşlılardan sorunuz. İşte bu sıralarda daima hak ve hakikat yolunu tuttum, asla ne dalkavukluğu ve ne de serkeşliğe sapmadım.
Tekrar ediyorum bizler Atatürk güneşinde daima ziyalanmak ve ısınmak isteyenlerdeniz. Fakat samami kalple ve insaflı görüşle arzedeyim ki: Ulu Atatürk arkamızdan ayrıldıktan ve milleti baş başa bıraktığı Celâl Bayar'ın Başbakanlıktan çekildikten 3 veya 5 sene sonra o korkunç karanlıklara doğru tekrar yol almaya başladık, ve esefle kayıt edeyim ki: Demokrat Parti İktidarının ilk devresinde felakete doğru bu yolculuk devam ediyordu. İşte bunun için 54’ten sonra atılan adımla bizleri sevindiriyor bize öyle geliyor ki: Atatürk izlenecek, bu bize uygun hareketler baş gösterecek, bunun için seviniyoruz ve güveniyoruz.
Elektrik, 300 mumluk radyom lambaların ışığında daima oturanlar bizi korkutan zifiri karanlığı hiç de hissedemezler bunu ancak yandan penceresiz olan odalarda idare lambasının ışığı altında oturan seyyar satıcı, saz şairi, veya bunlara benzerler sezer fakat sükut etmek zorunda kalırlar.
Nüfusumuzun yüzde 85 ini teşkil eden saf kütlenin içine bu ışıksız izbelerde üreyip zehir gibi saçılan mikroplar Allah göstermesin günün birinde önü alınmaz hale gelecekdir.
Bu hassasiyeti gösteren her vatandaş şimdilik şu parti veya bu parti değil vatani ve milleti düşünerek numarasını vermelidir. Kenar köşe yerlerin hallerini yakından gören ve haklı olarak tiksinen bir zavallı durumuna düşerseniz bize dalkavukluk damgasını vuran belki altın kelaminizi kırmak vatan perverliğe ve feragatçilikde bulunacağınızı ümit ederim.
Aziz Turan Daştemir ruhunuzda mevcut olan Hürriyet aşkına hayranlığımı ifade ederken sizinle karşılaşmaktan haz duyduğumu kayıt etmek isterim. Siz de benim: eşi bulunmayan bir vatan perver olduğuma inanınız bu inancı ise 41 seneden beri devam eden fasılasız ve ücretsiz çalışmalarımı muhtelif kitap ve gazetelerdeki mevsuk malûmat temin edecekdir.
Partilerden de, şahsi menfaatlardan da hatta hayatımdan da üstün tuttuğum vatanıma ve onu koruyacak olan millete bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da baş eğerim.
Bugün ve dün Mebus olarak: Asker, hukukçu, doktor vardır. Maden, inşaat, orman vesaire mühendisler vardır. Çiflikçi, arıcı, hayvancı, bağcı, ekinci; İpekçi, köylü ve her çeşit ziraatçılar vardır. Tüccar, fabrikatör, maliyeci, bankacı, denizci, havacı vesaire bilimum meslek erbabı, profesör, öğretmen vardır. Bunların yüzde doksan dokuzu yüksek tahsil görmüş, tecrübeli ve halkça beğenilmiş kıymetli, elyak kimseler olduklarını memnunlukla söyleriz ve bundan zevk duyarız.
Dün böyle idi. Bugün de böyledir. Yarın da böyle olmasını temenni ederiz. Fakat tereddütsüzce deriz ki: her meslekteki halkımızın dertlerini yakından ve içinden bilen, 40 seneden beri Millet yolunda fedakârca, feragatla yılmadan, ücret beklemeden, darılmadan, küsmeden, mükâfat istemeden çalışan kimse zannımca pek azdır. Ve belki yoktur. O kişi ki Milli Eğitimde, İç İşlerinde, Askerlikte, Adli İşlerde, Ziraatta, Sanat ve İmalatta, Cemiyet kuruculuklarında vesair bir çok tecrübeli işlerde bulunmuştur. Muhtelif zamanlar muhtelif mekânlarda muhtelif vakalar ve hadiselerde, muhtelif durum, muhtelif mertebelerde 40 sene başını her taşa çalan, Vatan ve Millet yolunda sarp kayaları, dikenli dereleri geçen bir fedakâr belki azdır. Bu 40 sene içinde yine memleket uğrunda canavarlarla, yılanlarla, akreplerle mücadele ederek onların husümetini kazanmak suretile hayattaki muvaffakiyetini dolayısiyle menfaat ve istirahatını gaip eden bir kimse şüphesiz yoktur.
Millet yolunda her tarafa koşup da bir mesleğe bağlanmadığı için yine hayatta şahsı için muvaffak olamamıştır. Fakat mevzuunda hudut olmayan Büyük Millet Meclisi azalığı için yaratılmış ve yetiştirilmiş orijinal bir şahsiyettir.
Biz bu yazıyı bu adamın arzusu için değil, bir hakikata temas için yazıyoruz. Bu adamın 40 senede gördüğü tecrübeleri, yaptığı işleri birer birer gelecek sayılarımızda vesikalarile beraber açıklayacağız. Bu açıklamayı hiçbir şahsi menfaat ve telkin için değil, sırf emsalinin artması temennisi için yapacağız.
Geçen sayımızda gene bu sütunda, gene bu başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu defa o yazıyı tamamlamağa çalışacağız.
O adından değil vasfından bahse çalışmak istediğimiz adamın 5 yaşından 59 yaşına kadar yarım asırdan fazla bir müddet içinde ki hayatı:
Beş yaşında köy medresesine (mahalle mektebine) gittiği gün 29 harfi belleyip akşama eve dönünce harfler hakkında Annesine imtihan veriyor. İkinci gün hece okumağı kavrıyor ve bir ay içinde Kuran okuyor ve yazı yazıyor.
Beş yaşından 12 yaşına kadar ilmütilavetil Kuran, İnşa (usuli takrir) Arapça, Farsça lisan öğreniyor ve bu lisanların gramerine çalışıyor.
12 yaşından 17 yaşına kadar Tarihi, Coğrafi, Edebi, İçtimai, İktisadî, Siyasi sahalarda durmadan yılmadan her fırsatta tetebbuata devam ediyor.
17 yaşında köy muhtarı, 19 yaşında Kosor nahiyesi Halk İcraiyye Komitesi başkanı(Nahiye müdürü demektir), 20 yaşında Oltu İslam Millî komitesi siyasi cemiyetinin kâtibi umumisi olmuştur.
Halkı silâhlandırmak için dahil ve Türk ordusu ile cemiyet arasında irtibatı temine memur ediliyor ve bu vazifeleri pürüzsüz olarak yapıyor ve bu arada halkı galyana getirmek için İslam destanını yazıyor ve Şenkaya’da orijinal bir ders usulü icad ederek açtığı mektepte inanılmayacak faaliyeti ve muvaffakiyeti gösteriyor.
21 yaşında Kars Millî İslam şurası adlı siyasi cemiyetinin kurucularından olduğu için çıkarılan bir kanun gereğince Cenubi Garbi Kafkas Hükûmetinin Oltu mebusluğuna alınıyor.
İlaveten halka cephane tevziine memur ediliyor. Aynı zamanda Kars mevki müstahkem kumandanlığına tayin ediliyor.(Bu iki vesikanın kılışeleri bu sayıdadır.)
Meclisin İdare Amirliğine tayin ediliyor. İngilizler Cemiyeti ve Hükûmeti dağıtıncaya kadar bu vazifelerde son hassasiyetle ve muvaffakiyetle çalışıyor.
İngilizler Karsı Ermenilere teslim ettikten sonra, kendi olan Oltu’ya gelerek Allahuekber cephesi kumandanlığını ele alıyor.
İkinci Oltu Şurası cemiyetinin merkez idare heyeti azalığına seçilerek fedakârca çalışıyor.
“Oltu İslâm Terakki Cemiyeti Azası” ve Oltu “Serbest Gençler Cemiyeti” kurucusu ve başkanı” oluyor.
Bütün millî harekette muhtelif hizmetleri ifa ediyor. En son Avunder ve Kaymaktepe Cepheleri Kumandanlığı yapıyor.
Harpten sonra Şenkaya’da Maarif perverliğe geçiyor. Şenkaya(Örtülüde) hususi ilk okul açarak yüzlerce değil binlerce evladın maarif yoluna sevk ediyor.
Şenkaya(Örtülüde) köy iken hususi orta okul binası yaptırarak okul açma ruhsatiyesini alıyor vesaire.
Şenkaya’da; kütüphaneler, bilgi müsabakaları, ibretnuma temsiller meydana getiriyor.
Rum Değirmencisi ve Ramizbey, Sarhoş ve Ermeni Komiteci Kadın ve Bir Kuşun Konuşması piyeslerini yazan sahneye koyarak halkı uyandırmağa çalışıyor vs.
Şenkaya’da daima yavruları hatta ihtiyarları bilginin ağuşuna doğru götüren vs.
Ekonomi cihetinde kendi parasiyle yol yaptıran, pastırmacılık, dabakçılık, sabunculuk, dokumacılık, demircilik, marangozluk, kunduracılık, terzilik gibi bir çok sanatları meydana getirmek vesaire.
Şirketler kuran hafta pazarları, panayırlar meydana getiren spor alemleri meydana getiren vesaire.
Her zaman Ankara’dan İstanbul’a giderken başka vesait bilmezdim günün en evvel yataklı vagon şirketine başvurup bir bilet aldın mı tam dakikasında doğruca istasyona varır geceyi trende geçirirdim. Sabahleyin İstanbul’u boylardım. Veya uçarak Yeşilköy’e inerdim.
Bu defa bir taraftan paramın azlığı diğer taraftan da yurt parçalarından olan Kızılcahamam, Bolu, Düzce vesaireyi görmeği arzu ettim. İstanbul’a gitmekte olan bir taksiye atladım. Ankara’dan yirmi altı kilometre ayrılmıştık. Makine durdu ve yürümedi. Şöfor hayrette kaldı. İnceledikten sonra aksin kırıldığı anlaşıldı.
Yanımızdan vızır vızır geçen muhtelif makinelerin hiç birisinden fayda yoktu. Bir kamyon geldi. Şöforle anlaştılar, çaresini buldular. Taksiyi kamyonun üzerine çıkardık, altmış kilometre yolu bu şekilde yürüdük. Ve Kızılcahamam'da kamyondan indirirken korkunç kazaları savdık. Velhasıl geceyi orada geçirdik. Kasabayı geziyordum. Ardı arası kesilmezden makineler aşağı yukarı yürümektedir. Oldukça mamur bire kasaba, Ankara’nın bir kazası ve Ankara’ya iki saatte gidilebilir. Etrafı ormanlık, kaplıcaları meşhur velhasılı her suretle bahtiyar olduğuna şüphe olmayan bir kasaba, bu kasabayı gezerken İspir, Oltu gibi altı ay motörlü vasıta işlemeyen, Yusufeli gibi makineyi hasretle gören; Şenkaya gibi dağlar arkasında kalan kazaları hatırladım, büyüklerimiz yaz aylarında bile oralara gelmeği hatırlarından geçirmezler. Gözden uzak oldukları için gönülden de uzak olan bu felâketzedeleri düşünürken Kızılcahamam'ın mes’ud halkını seyir ediyordum.
Çarşıda bir gezinti yaparken camii şerifin karşısında ve biraz aşağıda bir kahvede oturdum, bir çay içmekteyim kahvede muhtelif çağ, muhtelif seviyede, muhtelif kıyafette fakat birbirleriyle samimi konuşan Kızılcahamamlılar. İçlerinde nurani bir ak sakallı altmış yaşında olduğuna bilmünasebe söyleyen şüphesiz seksen yaşlık olan zat...
Adnan Menderes kabinesinin istifasından bahsediyordu söz partilere intikal etti halk partisinden el’aman demişler ilçenin bütün köylerinde ve kasabada evvelce üç kez yetmiş bin hayvan varmış halk partisinin ormana hayvan girdirmememsi yüzünden bu yekün otuz beş bine inerek otuz beş bin hayvan kayıp olmuş, ormanlar eskiden bataklıkken daha iyi korunmuş, devletin idaresinde daha çok kesilmiş ve ormanlar mahv olmuş ormanda bir çok adamlar vurulmuş ve saire bitmez tükenmez fenalıklar...
Demokrat parti zamanında da henüz bir iyilik meydana gelmemiş orman işleri tapu işleri, belediye işleri hep ve her şey bozuk: kongrada bağrılmış, çağrılmış ve saire. Haddim olmayarak yeni partiyi biraz müdafaaya çalışdımsada mevcut bombarduman karşısında bir kibrit ateşi gibi söndüm. Kahveden çıktım, kırık taksinin yanına giderken düşünüyor ve söyleniyordum, (şükr olsun ki Şenkaya gibi kenar köşe yerlerde yaşıyoruz da kanaat gibi hazinemiz sabır gibi ikbalimiz, dua gibi teşebbüsümüz, beddua gibi ferahlanmamız var. Ve ilaveten de yirmi beş yaşlık amirler gibi hakanlarımız, jandarmalar gibi sultanlarımız var.
Yollar, fabrikalar, limanlar; uçaklar, elektirkler, sular bütün nimetler bizlerden uzak olsun, yoksa gün gelir ki bizler de o yeyüp inkâreden diyarların bahtiyar adamlarına benzerde al yeşil gören gözlerimizle hakikatleri göremeyiz maazallah).
925 tarihinde Oltu kazası idare heyeti azası (O zaman muntahip usulü vardı.) Memlekete hizmet için birkaç defa köy muhtarı oluyor, köy kanununun tatbikine çalışıyor.
harf inkılâbında diğer bütün inkılâplarda muhitte önayak oluyor ve hayatı boyunca hurafelerle mücadele ediyor vesaire.
17 sene Erzurum genel meclisi üyeliğinde bir kaç daimi Encümen üyeliğinde bulunur. Particilikte kongrelerde bulunuyor.
En son 70 köy ve 35 bin nüfuslu Şenkaya havalisinin acıklı halini görerek: Kaza merkezlerinden uzak, yoldan mahrum hükûmetin bütün feyizlerinden istifadesiz.
Her türlü felaketlere maruz iken; hiç kimsenin hatırına gelmezken 12 sene bile fasıla çalışarak kendi tarlasını, çayırını evini, dükkanını, bağını, bahçesini satıp bu uğurda sarf ederek kazanın kurulması için hükûmet nezdinde ücretsiz bir dava vekili gibi çalışmıştır. Şenkaya yükseliş derneğinin kurucusu, Şenkaya gazetesinin sahibi ve baş yazarlığı vesaire.
Velhasıl 17 yaşından beri 42 sene bir çok sahalarda malını, bedenini, hayatını, istirahatını, istikbalini feda ederek vatan millet için yılmadan çalışan, muvaffak olan vesaire.
Hükûmet işlerinde, meclis işlerinde çok geniş tecrübeler gören orijinal bir şahsiyet şayanı dikkattir ki bu 42 sene içinde ekseriye maaş, ücret, harcıları beklemeden feragatle çalışıyor ve gene bu müddet içinde her gün bir vatan hizmeti görmek itiyadını benimseyerek, ekmek yer gibi, namaz kılar gibi mutlaka bir hizmet ifa ediyor.
Geçen sayıdaki baş makalenin ilk cümlelerini tekrar ediyorum:
Bugün ve dün Mebus olarak: Asker, hukukçu, doktor vardır. Maden, inşaat, orman vesaire mühendisler vardır. Çiflikçi, arıcı, hayvancı, bağcı, ekinci; İpekçi, köylü ve her çeşit ziraatçılar vardır. Tüccar, fabrikatör, maliyeci, bankacı, denizci, havacı vesaire bilimum meslek erbabı, profesör, öğretmen vardır. Bunların yüzde doksan dokuzu yüksek tahsil görmüş, tecrübeli ve halkça beğenilmiş kıymetli, elyak kimseler olduklarını memnunlukla söyleriz ve bundan zevk duyarız.
Dün böyle idi. Bugün de böyledir. Yarın da böyle olmasını temenni ederiz. Fakat tereddütsüzce deriz ki: her meslekteki halkımızın dertlerini yakından ve içinden bilen, 40 seneden beri Millet yolunda fedakârca, feragatla yılmadan, ücret beklemeden, darılmadan, küsmeden, mükâfat istemeden çalışan kimse zannımca çok azdır. Ve belki yoktur.